Devlet mekanizması bütüncül bir organizasyondur. Bunun içinde güvenlik, ekonomi, hukuk ve altyapı gibi birçok alan bulunur. Yönetme işi bu alanları isabetli bir şekilde kullanma kapasitesine bağlıdır. Eğer bir siyasi hareket bu alanların işlevinden rahatsızlık duyuyorsa buraları dizayn etme gayretiyle hareket edecektir. İlkeli muhalefet anlayışının beslendiği motivasyon budur. Siyasi rekabet bu alanları kimin yöneteceği ve nasıl yönetmesi gerektiği konularındaki farklılıkların mücadelesinden oluşur. O yüzden siyasi hareketler siyasetteki varlıklarını öncelikle bu alanlara yükledikleri anlamla inşa ederler. Sistemin işleyişinden rahatsız olanların siyaset yapma biçimiyle sistemin bizzat kendinden rahatsız olanların siyaset yapma biçimi birbirinden farklıdır. İlkinde sistemi yönetenlerin değişmesi amacı karşılarken ikincisinde yönetimin değişmesi değil sistemin yeniden inşa edilmesi temel amaçtır.
Gerçek anlamda yapısal bir sorunun olduğu yerlerde siyaset yapma biçimlerinden ilki üzerinde düşünülmesinin pek bir karşılığı yoktur. Bizi ilgilendiren kısım sistemin yapısal olarak nasıl yeniden inşa edilebileceğidir. Bu amaçla ve idealle yola çıkanların fikri departmanlarında önemli hazırlıkların olması zorunludur. Çünkü bu fikri yükü yüklenmeden atılan her adım sistemin yeniden inşasıyla değil, imhasıyla sonuçlanır ya da mevcudun bir parçası olmaktan öteye geçmez.
Bunun tarihteki en bariz örneğini Spartaküs’ün mücadelesinde görüyoruz. Spartaküs, Roma askerlerini yeniyor ama Roma’yı yenemiyor; çünkü Roma’nın yerine ne koyacaklarını bilmiyorlardı. İşte bu cümle, yapısal bir dönüşümün sadece mevcut sistemi yönetme şansı elde etmekle değil, alternatif bir düzen tasarlamakla mümkün olduğunu gösterir. Spartaküs askeri bir başarı elde etti ama Roma, yalnızca bir ordu değildi; hukukun, ticaretin, idarenin, kültürün ve rızanın toplamıydı. Spartaküs, zoru yenebildi; ama rızayı, kurumları, hikâyeyi yenemedi. Aslında Roma’nın yerine ne koyacağını bilmeyenler, sonunda Roma’nın mantığı tarafından yenildiler.
Bu durum, günümüz siyasetinde de geçerlidir. Bir sistemi yönetmekle yeni bir sistem tesis etmek arasındaki mesafe, çoğu zaman sanıldığından çok daha büyüktür. Çünkü mevcut sistem yalnızca kurallardan ibaret değildir. Aynı zamanda kendi meşruiyetini sağlayan kabul görmüş rızalara dayanır. Sistem kendi anlam dünyasını korumak için insanların neyin doğru, neyin yanlış; neyin faydalı, neyin zararlı; neyin kötü, neyin kabul edilebilir olduğuna dair ortak algılarını üretir. Eğer bu algılardan kurtulup ve onun yerine başka bir anlam dünyası inşa edemiyorsanız, elde ettiğiniz her siyasi başarı, eninde sonunda sistemin kendisini yeniden üretir. Dolayısıyla sistemin bizzat kendisini hedefleyen siyasi anlayış, sadece itirazdan ibaret değil; bir inşa siyaseti olmalıdır.
Yeniden inşa süreci hem fikri birikim hem de hikâyeyle yürütülmelidir. Çünkü toplumsal rıza üretimi bu hikâyelerden beslenir. İnsanlara bu yeni düzenin neden daha adil, daha güvenilir, daha yaşanabilir olduğu anlatılmalıdır ki; fikri birikime karşı rıza oluşsun. Bugünün Türkiye’sinde yaşanan temel açmaz da budur. Siyasi hareketler çoğu kez iktidarı ele geçirmeyi nihai hedef olarak kurgular; oysa gerçek mesele, iktidarın hangi kurumsal ve toplumsal mantık üzerine inşa edileceğidir. Eğer bu soruya hazırlıklı bir cevabınız yoksa her değişim denemesi, mevcut düzenin kendi kendini yeniden üretmesine hizmet eder.
Spartaküs’ün hikâyesi, sadece bir tarihsel olay değil, bugünün siyaset dünyasına dair güçlü bir metafordur: Askerleri yenmek mümkündür; ama Roma’yı yenmek için, Roma’nın yerine ne koyacağınızı bilmek zorundasınız. Ve işte bu yüzden, gerçek bir değişim, ancak fikirle donanmış, kurumla somutlaşmış ve hikâyeyle toplumsallaşmış bir siyasetle mümkündür. Aksi hâlde, bütün başarılar mevcut sistemin gücünü pekiştirir.
