Osmanlı ecdadımızı övmeye gelince, her sahada yaptıkları örnek alınacak işlerden bahseden değerli araştırmacılarımız, değil bir tenha yerde veya bu günkü tabirle “Köprü altında” yaşayan fakir kalmadığı gibi kanadı kırık kuşları tedavi merkezleri bile kurdukları anlatılır.
Süleymaniye Camii’ne imam tayininde aranan şartları Kanuni’nin Süleymaniye Vakfiyesi’ne dayanarak,
Ecdadımız, Süleymaniye’ye imam tayin ederken aranan şartlar:
1- Şerefli iki fakih,
2- Dinin emirlerine sımsıkı bağlı,
3- Hafız-ı Kur’an,
4- Sesi güzel,
5- Tecvit kurallarını bilen,
6- Namaza dair fıkhi meseleleri iyi bilen,
7- Zarafet ve nezaket ehli olacak” diye yazarak liyakate değer verdikleri anlatılır.
(https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=30534
Aynı adamlar, dergi, gazete ve sosyal medyada uydurulmuş zararlı yalanı da iyilik yapmak için yayarlar:
Adalarda yaşayan yaşlı birinden dinledim, “İngilizler, İstanbul’un İngilizler tarafından işgalinde bir gün at üzerinde bir İngiliz subayı, arkasında bir korumalarıyla Süleymaniye Camii’ne gelir.
Camiden çıkan cemaate çok güzel bir Türkçe ile konuşma yapar. Sonunda cemaate, “Beni tanıdınız mı” diye sorar. Şaşkın bakışlar arasında başındaki şapkayı çıkarır. İşte o zaman yıllardır arkasında namaz kıldıkları imammış meğer.
Uydurma hikaye işte bu.
Yahu o ihtiyar bunu anlattığında İstanbul’da o günleri yaşayan yazar, çizer, tarihçiler bol miktarda vardı.
“Süleymaniye Kürsüsünde” şiirini yazan Mehmet Akif Ersoy, arkasında namaz kıldığı imamın daha sonra İngiliz subayı olduğu haberini yazmaz mı?
“Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirini yazan Yahya Kemal Beyatlı, böyle bir olayı atlar mı?
Kelimeleri “Batarya Ateşi” gibi olan Süleyman Nazif bey gibi binlercesi vardı.
Bu yalan haberin, Osmanlı’ya hakaret olduğunu,
O günkü cemaate hakaret olduğunu,
Abdülhamid’e hakaret olduğunu… hiç düşünmeyen fikirsizler yaymaya devam ediyorlar.
Hızını alamayan yalan yayıcılar, bir diğer İngiliz’e Kâbe imamlığı bile yaptırmışlar.
İyi niyetli kardeşlerim, İslam’ı sevdirmek için yazdıklarınıza dikkat ediniz.
İslam’ın yalana ihtiyacı yoktur.
Sözün şehvetine kapılmayınız.
Hele hele, ayet veya hadis yazdığınızda mutlaka kaynağını görmeden nakletmeyiniz.
Adam, kendi sözünün altına “Kur’an’da veya hadiste böyle geçer” diyebiliyor.
Ashabın hayatında hiç yaşanmamış olayları, yaşanmış gibi yazabiliyor.
Basın-yayında okuduklarınızı ve duyduklarınızı, yazmak istediğinizde, mutlaka muteber bir kaynakta yazılmış olduğunu görmeden yazmayınız.
Kendiniz araştıracak durumda değilseniz en yakın müftüye soruveriniz.
Yalanı yaymak da yalancılığa girer.
Peygamberlere karşı direnenleri en fazla aldatan şey günümüzde “Sözün şehveti” deyimi gibi Kur’an’da ise “Yaldızlı söz” uğruna Allah’a bile iftira ettiklerini haber verir.
(En’am 6/112, Maide 5/103…)
Rabbimiz buyurur: De ki: “Allah’a yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.” (Yunus Süresi, Ayet 10/69)
Sevgili Peygamberimiz bizi uyarıyor: “Kim bile bile benim adıma (söz uydurarak) yalan söylerse (cehennem) ateşindeki yerini hazırlasın” (Buhari, Sahih, K. İlm, bab 39, Cenaiz, bab 32, Müslim, Sahih, K, Mukaddime, bab 2, Hadis 4 ve hemen her Hadis kitabında rivayet edilmiş)
Sevaba gireceğiz diye günaha girmeyelim.