Bir sözcüğü ilk kullanırken nasıl bir müştemilatla kullanıyoruz

acaba Ki bu cümleyi kurarken bile başından sonuna kadar kullandığımız

kelimeleri hangi sıcaklığın ölçeğinden geçirdik Bir kere kelimeler

yerini sevdi mi Kelime de yerini sever mi kardeşim Bakın nasıl da

yadırgıyoruz. Oysa sever sevmez, bunu size açıkladı mı kelime Yok!

Öyleyse Ben derim ki kelimenin işine karışmayın, yadırganmadığı oranda

kelime kelimedir. Ya yadırganırsa, yadırganıyorsa Ne olabilir o zaman

Cümleden ayaklanıp çıkıp gidecek hali yok ya kelimenin. Ben size bir şey

diyeyim mi; çıkıp gidebilir. Hiç kimseye eyvallah etmez. Siz

getirirsiniz yerine ama o yerini yadırgıyorsa hiç gözünüzün yaşına

bakmaz. Bir kere yerini yadırgamayı görsün anında vurup çıkar. Kelimenin

gözünde maddi ve makamsal gücünüz sıfırdır. Her kelime yerini sevmediği

zaman oradan çıkıp gider. Tutamazsınız onu. Tarihe bırakır gelecek

görgüsünü. Zamana yani. Zaman nasılsa en adaletli hakemdir; herkesin

hakkını hak ettiği oranda verir. Yok sayılanları var kılar. Bunun

karşılığında, maddi gücü ya da alicengiz oyunlarıyla bir yerleri işgal

edenleri siler, çöpe atar. Peki, kelime bu kadar gücü nereden alıyor

Hangi güç onu bu kadar gözü kara yapmıştır Hangi sırlı saltanat onu

böyle gözünü budaktan sakınmaz kılmıştır

Kelimeyi olduğu yere getiren kendi gücüdür. Kendisine kâinatın

bağışladığı ve hiçbir zaman da yok olmayacak kesin varlığıdır. Hangi

yere gelmişse oraya gelmesine sebep olan sıcaklığı bütünüyle bünyesinde

taşır. Siz kelimeyi bulunduğu yerden soğutamazsınız. Ancak, kelime eğer

bulunduğu yerden bir kere soğursa onu orada tutmanın mümkünü yoktur.

Gider... Ve bu gidişi belli (maddi, yani somut) bir tahribe yol açmaz.

Ama insan vicdanında bir kara buğu bırakır. Buğunun alacağı mahiyet,

çevre koşullarını da hesaba kattığımızda, tarihsel bir zihniyet varoşu

meydana getirir. Bu varoşta ki varoş kelimesinin Fransızca anlamında da

bu var; alt yapıdan olmayan ama üst yapıya da eklemlenemeyen yarı

şehirli sistem doğurur. Tabiri caizse, kesin caiz hocam, rükû hali. Tam

anlamıyla ne ayağa kalkıyorsun ne de tam anlamıyla sürünüyorsun;

zihniyet ve yaşam biçimi bakımından. Yadırgamaya, bu, yerlerde

sürünmeden baktığımızda insan yaşamında şahsiyet sorunu olarak vücut

buluyor. Yani eskiyi kafasında yıkamayan yeniyi de bir türlü

kabullenmeyen fakat yeninin yanındaymış gibi görünen, maddi çıkarı

açısından böyle davranan, psikolojik skolâstiğe yadırgı diyoruz. Ama

kalender yapı ne şirin bir varlıktır. Onda yadırgı yer almaz.

Kalender meşrep bir insanın yadırgayacağı pek bir şey yoktur. Hani

halk deyişiyle o feleğin çemberinden geçmiş bir insandır. Feleğin

sillesini milyon kere yediği için artık felek onda vuracak yani tokat

atacak bir yer bulamamaktadır. O da sille yemediği yer kalmadığından

dolayı yaşamı bir türkü tadına çevirmiştir. Şu genelleme aşırı olmaz

zannederim; kalender meşrep insanlar genelde türkü dinleyen insanlardır.

Zaten, örneğin Erzurumlu Emrahın Felek Çakmağını Üstüme Çaktı

şiirinden bestelenen şu türküyü dinlemiş/dinleyen insanda çıkar

kavgası olabilir mi

"Felek çakmağını üstüme çaktı

Beni bir onulmaz derde bıraktı

Vücudum şehrini odlara yaktı

Yandım ataşına su leyli leyli"

Elbette olmaz, olmayacaktır. Çünkü feleğin çemberinden binbeşyüz kere

geçmiş olmanın verdiği zindelik o insanda bir "onulmaz dert"

bırakmıştır. Ya da zaten "onulmaz dert" vardır; söz konusu zindelik

türküyle birlikte aşkınlaşmıştır. O onulmaz dert oldukça ona dünyayı

bağışlasanız da bir, dünyadan kovsanız da. Bu anlamda, yapılan bağışa

sevinmez, kovulmaya da üzülmez. Sadece şunu der galiba; zaten ne

bekliyordum ki dünyadan! Bir de şunları; hiçbir umut edildiği gibi

gerçekleşmemiş; zaten hayatta hiçbir şey benim istediğim gibi istediğim

anda istediğim yerde olmamıştır. Bir kere de hayatımda yaşadığım bir şey

istediğim gibi, istediğim anda ve istediğim mekânda gerçekleşsin. Bir

kere de istediğim küçücük bir şey tam benim istediğim gibi, tam benim o

şeyi istediğim anda, tam istediğim mekânda gerçekleşsin. Dünya mı

yıkılırdı, hayır! Hep gerçekleşmemiş umutlar, hep gerçekleşmemiş

vaatler, hep gerçekleşmemiş planlar projeler. Hep sönmüş bir neşe, hep

dudakta yarım kalmış bir gülümseme. Acının yıkıntısı tozlu bir geçmiş,

arkamızdan biteviye sürüklediğimiz. Herhangi bir istek gerçekleşmemiş

derken, yerinde ve zamanında anlamındadır tabi. İnsanın yirmibeş yaşında

istediği şey otuzbeş yaşında gerçekleşiyorsa ona istediği, istediği

gibi olmuş diyemiyoruz. Ya da istediği bir şeyin istediği gibi olması

ama istediği mekânda olmamasını da istediğinin olması olarak kabul

etmiyoruz. Dolayısıyla böyle bir insan kalender meşrep olmasın da -hâşâ-

intihar mı etsin Veya her akşam kafayı mı çeksin! Hem çekse kim

umursuyor, öyle mi insan kardeşlerim!

Dünyayı bizim yadırgamamızdan ziyade dünyanın bizi yadırgaması daha

derin ve etkileyicidir. Her insan dünyaya ağlayarak gelir ve ağlatarak

gider. Hayat ve ayracında gizlidir. Bütün kelimeler bu gizlilikten neşet

ediyor.