Asırlarca Allah’ın hak dinini temsil etmiş bir milletiz. İnsanlığa hak ve adaletin ne olduğunu öğretmişiz. Hakkı üstün tutmuş, değişmez doğruların yanında yer almışız. Dünyada itibarlı bir yer edinmişiz. Hakikat sevdalıları bizi örnek almış, dünya bize imrenmiş. Hep; bütün hak, hayır, iyilik ve güzellikleri içinde barındıran İslâm dini sayesinde!

Din, “yol, hayat tarzı” anlamında. Allah, bizim için İslâm’ı “hayat tarzı” olarak seçmiş: “Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve sizin için İslâm’ı seçtim, bundan razı oldum.” (Maide, 3) “Allah katında hak din İslâm’dır.” (Al-i İmrân, 19)

Selçuklu ve Osmanlı atalarımız toplam bin yıl İslâm’ı büyük bir titizlikle yaşamış ve insanlığa örnek olmuşlar. Tarih onları hayırla anıyor. Ama zaman olmuş, her alanda İslâm’ı ölçü alacak yerde, yabancılara özenmeye başlamışız. İslâm’ın mükemmelliğini anlamadaki kifayetsizliğimizi dinimize yüklemeye çalışmışız. İslâm’ı temsil iddiamızı kaybettikçe itibarımızı da kaybetmişiz. Geldiğimiz manzara budur.

Evrensel ve orijinal değerleri bırakıp yabancılara özenmek bir hastalıktır. Değerli olandan vazgeçip değersiz olana koşmaktır. Otobanda giderken dağ yoluna girmektir. Kimlik ve kişiliğini unutmaktır. Kargaya özenen kekliğin kendi yürüyüşünü unutması gibi! Rabbimiz, İslâm’dan başka yol arayanları şöyle uyarır: “Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki, kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecektir ve âhirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmrân, 85)

Allah Resulü (sav) de yabancılara benzemeye izin vermez: “Kim bir kavme benzerse o da onlardandır.” (Müsned) “Bizden başkasına benzeyen bizden değildir.” (Tirmizi) İslâm dışı hayat tarzına özenenler için, “Allah’ın gazabına en fazla müstahak olan şu üç sınıf insandır” buyurarak üçüncüsünü şöyle belirtmiştir: “Mümin olduktan sonra İslâm dışındaki hayat tarzını arzulayan kişi.” (Mişkât-ül Mesâbih)

Yabancılaşmanın Sonu

Hakk’ın dışında ancak bâtıl vardır. Hakkı bırakıp bâtıla koşan kişi, gündüzü bırakıp geceye koşan insana benzer.

Toplumuzun yabancılara (Batı’ya) özenme serüveni üç asır önceye dayanır. 1839’daki Tanzimat Fermanı Batı’ya özentinin tescillenmesidir. Tanzimat kafası İslâm’a yüzeysel yaklaşmış, adeta kavanozun içindeki balı dışından yalamaya çalışmıştır. Hep kabukla meşgul olmuş, öze inememiştir.

Batılılaşma, Osmanlı sonrası da artarak devam etmiştir. Başta eğitim olmak üzere bütün kurumlar Batı’ya göre formatlanmıştır. Toplumun problemi bir türlü bitmemiş, sona eriyor derken yenileri başlamıştır. Giydirilmek istenen Batı elbisesi millî bünyemize uymamıştır.

Türkiye’de “millî” ve “yerli”liği esas alan ilk çıkışı “Millî Görüş hareketi” yapmıştır. Davanın lideri Erbakan Hoca, “Millî Görüş milletimizin inancı, tarihi, aslı ve özüdür” diyerek, milletimizin yapısına uygunluğunu şöyle anlatır: “Millî Görüş milletimizin kendi bünyesine uyan normal elbisedir. Dışarıdan gelme görüşler ise, başkasının elbisesini giyen kimse gibi ya kolu kısa, ya paçası dizinde elbiseleri andırmaktadır.”

Millî Görüş hareketi Türkiye’de inkılâp çapında başarılara imza atmıştır. Kıbrıs Zaferi, D-8’lerin kuruluşu, denk bütçe bunlar arasındadır. Türkiye’nin yeniden dünyada “öncü” olmaya yöneldiğini fark eden sömürgeci güçler ve onların içimizdeki taşeronları Millî Görüş hareketi üzerinde akla hayale gelmeyen oyunlar tezgâhlayarak onu yönetim dışı bırakmışlardır. Ama bu onların hesabıdır, Allah’ın da bir hesabı vardır. Şüphesiz Allah hükmünde galiptir.

Daha sonra yönetime gelen AKP’ye halk, büyük ümitler bağlasa da onlar yabancılaşmayı hızlandırmışlar, hak ile bâtılı birbirine karıştırmışlardır.

Hak Başka, Batıl Başka

İşte, AKP’nin hak ile bâtılı birbirine karıştırmasının açık bir örneği: AKP’nin genel kongreleri veya benzeri büyük toplantılarına dikkat edin! Genel başkan peşrev çekercesine, Ebâ Eyyûb el-Ensari’den (ra) başlıyor, Şeyh Edebali, Osman Gazi, Mevlâna, Yunus Emre, Ahi Evrân, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş Veli, Fatih, şehitlerimiz, Erbakan Hoca gibi pek çok muhterem zatı resmî geçit yaptırırcasına sayıyor. Arkasından da “Türkiye’nin BM şehri olacağı”, “Türkiye’nin AB hedefinin stratejik olduğu ve kararlılıkla sürdürüleceği” gibi Türkiye’yi yabancılaştıracak bir sonuca bağlıyorlar.

Bu ne büyük bir basiretsizliktir! Hak ile bâtılı birbirine karıştırmaktır. Yüzde yüz bize ait olan o muhterem insanları siyasî emellerine alet etmektir. Onlardan hiçbirinin yabancılara özenen bir cümlesi yok ki! Kendi yanlışlarına niçin onları da alet ediyorlar

Böyle yapanlara Allah’ın şu ayetini hatırlatırım: “Hak ile bâtılı birbirine karıştırmayın, bilip dururken hakkı gizlemeyin.” (Bakara, 42)

Bir toplum için aslına yabancılaşmaktan daha büyük bir tehlike olabilir mi Böyle bir toplum önünü göremez, varlığını sürdüremez, geleceğini inşa edemez. Başka toplumları taklit eder, onların kültürel hamallığı yapar. Taklitçi taklit ettiğinin hep gerisinde kalır. Çünkü orijinal bir görüşü yoktur. İşte Türkiye’nin lâyık olduğu noktaya gelememesinin sebebi budur.

Türkiye bir an önce aslî görüşüne, millî görüşüne dönmelidir. Bizi, yüz yıllarca insanlığa efendi yapmış büyük bir medeniyetin fikrine, aşkına, heyecanına sahip olmalıyız.

Şimdi, vakit geçirmeden kimliğimize, aslımıza, tarihin işaret ettiği istikamete yönelme zamanıdır. Erbakan Hoca’nın da belirttiği gibi: “Tarihteki şerefli yerimizi almamız ancak Millî Görüş’le mümkündür.”