“1959 senesiydi. Londra uçak kazasından ‘mucizevi’ şeklide kurtulan zamanın başvekili Londra’da sedyeler üstünde hastaneye kaldırılıyordu. Özel kalem müdürü resim çekmeğe çalışan fotoğrafçılara:
‘Çekmemenizi rica ederim’, dedi, kitabi İngilizcesiyle.
‘Şu anda memleketimiz bakımından mahzurludur.’
Mahzurlu dediği birden bire yakın dostları ölmek üzere falan zannederler de post kavgasına düşerler manasına geliyordu galiba.”
Bu satırları, AA Genel Müdürü eşini de o kazada kaybetmiş Nimet Arzık’ın Akbaba’daki bir kulis yazısından aldım. Merhum eşinin mesai ve kaza arkadaşı Menderes’in idamına bir ay kala yazmış.
Bu yazı, Yassıada’da mahkemeler teşkil edilmeden ve hatta ihtilalin ilk gününden itibaren “Düşükler” diye etiketledikleri Menderes ve arkadaşlarını her nüshalarında darağaçları eşliğinde yazan ve çizen Türk basınına siparişlerden midir; tarih karar verecek.
Londra’daki Kıbrıs görüşmelerine giden Türk delegasyonundan 14 insanımızın şehid olduğu uçak kazasından 6 yaralı ile birlikte kurtulan Menderes’in hastaneye taşınması sırasında fotoğraf çekmek isteyen gazetecilere yapılan bir ricayı, varislerin mal kavgası örneklemesini çağrıştırarak, “Ölmek üzere falan zannederler de post kavgasına düşerler” endişesiyle söylenmiş iftirası, o kazanın acısını yaşamış bir kadın yazardan böyle okundu yıllarca.
10 yıla yakın bir iktidar günlerinde Menderes’le birlikte olmuş Anadolu, kazayı duyduğunda telaşa kapılmasınlar tedbirinden kaynaklı o ricaya muhatap foto muhabirleri bakın ne yapmışlar? Nimet Arzuk yukarıdaki yazının devamında yazmış.
“Fotoğrafçılar sessiz sedasız makinalarını yere bıraktılar ve bir tek fotoğraf çekilmedi.”
O gün öyle idi, bugün ne değişti?
Yassıada’daki törende Sayın Cumhurbaşkanı’nın “İsmet Paşa’yı yere göğe sığdıramıyorlar” cümlesine reddiyeler düzsün diye Halk tv’deki bir türkü programına (Görkemli Hatıralar – 29.05.2021) eklemlenen bilim insanı ünlü tarihçi Erol Mütercimler, altın heykel peşindeliğini vurgulayarak anlattı İsmet Paşa’yı.
Sayın Erol Mütercimler’in “Şartlar müsait olduğunda ihtilal meşru olur” vecizesinin, seçim mağlubu parti teşkilatlarını canlandırmak amaçlı dillendirildiğini ve icracılara da hazırlığa başla emri olacağını kabul etmediğini biliriz. 1960 olmadan vefat edenlerin vasiyetlerinin kulaktan kulağa yayıldığını ve vasiyetcilerin mahkeme salonlarında görüntülendiğini duyduk ve okuduk amma...

“Sizi ben bile kurtaramam” tehdidinin bir resmini koyduk. Menderes’in idamından tam bir yıl önce yayımlanmış yarı resmi CHP dergilerinin en ünlüsü Akbaba’nın bir kapağıdır bu.
İnönü, kumandan Tarık Güryay’ın işkenceli uygulamalarından ötürü yardım ve imdat çığlıklarının yükseldiği Yassıada’nın etrafında devletten tahsisli motoruyla tur atarken (geliyor yahut gidiyor olması hakkında bilgimiz yok) yineliyor o efelenmesini: “Sizi ben bile kurtaramam!”
“O davanın savcısı benim” sahiplenmesine uzayacak bu İnönü deyışinin Başol ve Egesel’lere sözümde duracağım mesajı sayıldığı Eylül 1960 Türkiye’sinin fotoğrafı böyledir.
12 Mart idamlarının CHP’deki pahasını, yani yeteri kadar “Evet” denmesini, AP’liler üçe üç istediler tiyatroculuğuyla kapatmaya çalışan sayın Erol Mütercimler’e bir not daha ulaştırmak isteriz.
O oylamada iki elini kaldırarak “Evet”ini abartan Demirel’i Cumhurbaşkanı yapmalarını konumuza dahil etmeden, TBMM’de, “Muavenet” zırhlımıza yapılan ABD saldırısına tüm varlığıyla ve partisiyle karşı çıkan Erbakan’ın adını, katıldığı bir tv programında anmaktan çekinmiş sayın Mütercimler ve yönlendirdiklerinedir bu notumuz: Erbakan, o oylamaya katılmayarak idamcıların “Evet”ini tanımamıştır. “Hayır” demek eveti onaylamaktı zira.
Milli Şef devrinin son başbakanlarından (1947-49) Hasan Saka’yı vefatından hemen sonra yazan (Ağustos 1960) İnönü’nün ünlü kalemşorü ve basın-yayından gayri resmi sorumlusu Y.Z.Ortaç’ın tarihi anlatımından da herhalde haberlidir tarihçi sayın Erol Mütercimler.
“Ölümünden biraz önce, İnönü ziyaretine gitmiş. Doktoru anlattı: Elini tutup öpmüş:
– Sana, dünyada da hürmetim var, ahirette de, demiş...
Sonra Yassıadalıları gazapla anarak:
– Paşam demiş, görecekleri en hafif ceza “Hıyaneti vataniye’ cezası olmalıdır!
Bunu söylemiş ve komaya girmiş.”
Sayın Erol Mütercimler’in, Polatkan’ın karısı gitti yalvardı; Menderes’in karısı telefon etti, yalvardı anlatımıyla ululadığı İnönü’nün idamları önlemek istediğine milletimizi inandırmaya çalışması,o çok sevdikleri Demirelce söylersek bir sath-ı mailden, bir yamaçtan, bir eğik düzlemden yuvarlanan yuvarlak taş görüntüsüdür.
İz takibindeysek
Yerli sinema salonundayız. Gösterimdeki filmi seyrediyoruz. “Gelecek program”dan da haberliyiz. “Pek yakında” ise Yeşilçam sokağından reklam piyasasına salınan “Otuz iki kısım tekmili birden” ünlendirmesini duyacağız; videolar serisinde muhaliflik malzemesi arayan medyacılarımızdan.
Gazete sayfalarına yansıdığında ancak ilgilendiğim “ Sedat Peker” videolarının, MHP ortaklı AKP iktidarına karşı duruşuma ilave bir katkısı olacağı düşüncesinde değilim. Çünkü anlatılan tanıklık iddiaları beni şaşırtmıyor, hayrete düşürmüyor. Belki de icraatlarını farklı beklemediğimden.
Üzülüyor olmam ayrı. Üzülmek bünyemizin gerçeği artık.
İktidarın “Organize suç örgütü lideri” sıfatı verdiği ve arandığını söylediği “Sedat Peker”in son video reklamı yapılırken kullanılan “Tayyip ağbi, ağbi-kardeş, helalleşeceğiz” kelimelerindeki samimiyete inanıyorum.
Helalleşme, helallik isteme mecburen siyasi söylemlerin süslenme malzemesi oldu. “Kardeş”lik ise Müslümanlığımızın ve Türklüğümüzün şartlarından. Siyaset dünyamızda “Oğul”culuk geleneğimizdir; daha çok zor günlerimizden iz taşıyan “Damat”larımız da hep vardı. “Gelin Hanım”lığı genelleştirerek rakip bildiğini “Kayınbirader”im tarifiyle ailesine katması da hoşumuza gidebilir bir siyasetçinin. Bizim konu etmek istediğimiz bu çağrışımlar değil, ilk videolardan birinde geçen bir tabirdir, bir deyiştir.
“Ölümü göze almış insandan daha tehlikeli bir silahın icat edilmediği gerçeğini bazı zalimlere göstereceğim!”
İkinci kez duyuyordum; siyasetin içinde olan ve hedef gösteren bir başka ünlüden hem de.
Yıl 1974.
MTTB’nin büyük salonunda koalisyon hükümetinin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı’nı dinliyoruz.
Davetli miydi yoksa yolunu mu düşürmüştü Bakan Korkut Özalşaklımda değil.
MTTB yönetiminin ve isimlerini öne çıkarmaya çalışan arkadaşlarımızın, onu, Erbakan muhalifliğinin ötesinde, Erbakan’ın yerine düşünülen, hazırlanan bilmelerine ve dolayısıyla sempatiyi aşan bir sıcaklık duymalarına ben çok uzaktım.
Seçim öncesinde yapılan Konya toplantısında Erzurum İl Başkanı ağabeyin özel sohbetimizde “Hocam haber saldı. Korkut oraya gidecek, partime yaklaştırmasınlar dedi” diye başlayan itirafı, takibe zorluyordu beni.
O gün kürsüde neler anlattı hatırlamam mümkün değil. Lakin ilk kez duyduğum ve saçlarımın diken diken olduğunu hissettiğim o tabiri hiç unutmadım.
“Dünyada ölümü göze almış bir insandan (yoksa gençten mi idi) daha büyük bir silah icat edilmemiştir!”
Bahis mevzuu ettiğimiz merhum politikacımızın tasına düşürdüğü şaibeleri gizli ve fakat ünlendirilmeleri Erbakan muhaliflerine borç olmuş birkaç insanla Milli Görüş hareketinin önüne sürekli diken saçmaları bana, rahmetli Erbakan Hoca’mızın o itirazını ve ölüm-silah temalı o tabirin telaffuzunu hiç unutturmadı. Değerlendirmelerimin en güçlü verileri oldular.
1974’te adını andığım bir politikacıdan duyduğum o hedefli vurguyu, 2021 Mayıs’ında silahlı işler yapmış ve güçlendirilmiş bir insandan duymam, hatıralarımı işte böyle yazdırdı.
Dahasına bir yorumum yoktur.
Camilerle “Kalan İstanbul”
“Taksim Camii bir ihtiyaçtı. Taksim’e de çok yakıştı. Emeği geçen herkesten Allah razı olsun!”
Bilge başkanımız Temel Karamollaoğlu’nun bu mesajını yazımızın başına koyarak biz de paylaşmak istedik yaşadığımız yılların hayat parçalarından.
Kızılelma caddesindeki Akbaba Camii’nin banisi Rasim ağbi anlatmıştı:
Cami yaptırmak için yer ararken, vakıfların belediyeye devrettiği arsayı bulduk. 80 öncesindeki İstanbul Belediyesi’ne müracaatımızı bir gün içinde sonuçlandırdılar. Elimize tahsis belgesini tutuşturan belediyenin müdürleri dediler ki: Hatamız, günahımız çok. İnşaallah bu gayretimiz affımıza vesile olur.
Bir cami yapımı için yapılan müracaatın ilk gününde yaşanan bu sıcaklık, bu olumluluk millet olma özelliklerimizdendir.
Gençliğimizde rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti’nin hüznünden kaynaklı “Mabetsiz Şehir” kitabından okuduk Ankara’yı.
Memur, öğrenci, elçilik mensubu nüfus çoğunluğunun içinde işadamı, sanayici, tüccar ağırlığı yeten rakamlara ulaştığında Kocatepe’nin minareleri göründü her semtten.
Rahmetli Mehmed Şevket Eygi yazmıştı: minarelere hoparlör modası ilk Fatih Camii’nde uygulanacağında, bir evdeki sohbet toplantısını.
Ezanın, bu teknolojik imkanla uzaklara ulaştırılacağını öğrenin birinin, Beyoğlu’nda oturanlar da uyanacaklar tatlı uykularından gibi bir esprisine, üzüldüğünü unutmamıştı.
Teferruatına girmeden, bu birkaç gün içinde sosyal medya paylaşımlarına malzeme edilen rahmetli Sadettin Kaynak’ın adının geçtiği tarih bilgilerine itibar etmediğimi, tarihçiden yoksunluklarını “dert” etmemiş insanlarımızın, tarihi, basite indirgenmiş bir kaç olayın sürekli tekrarı sanmalarına da isyanımı vurgulayarak rahmetli Sadettin Kaynak’ı, Mustafa Özdamar’ın kaynak insanlarımızdan ve Anadolu İmam-Hatiplerinin banisi Hacıveyiszade’mizi yazdığı kitabındaki anlatımından haberdar etmek istiyorum camilerimizde cem olan insanlarımıza.(Hacı Veyıszade-Mustafa Özdamar-Kırk Kandil Yayınları)
“Sadeddin Kaynak buraya geldi. Çok aşık bir zat... Dergâha (Pîri Paşa Camii) geldi. Şöyle iki saat üç saat, Arabca Farsça, Türkçe... Böyle na’tlar okudu okudu ağladı, okudu okudu ağladı. Ondan sonra da... Bu gidişten sonra, babam: Ne yapalım edelim, ne isterse verelim, ne yapıp edip bu Hafız Efendi’yi Konya’mıza yerleştirelim. Bu okuyuşu çocuklarımızı da öğretsin!.., didi. (O karşılaşmanın devamı, bu alıntıyı yaptığımız Mustafa Özdamar’ın Hacı Veyiszade kitabından okunsun)
Eski Türkiye’nin şairlerinden Uveysi’nin içimizi kanatacak beytine “Büyük Gazete’’nin sayfalarında rastladım.
“Yapıp dünya evin, viran edersiz hane-i dini
Ne Fir’avn yaptı, ne Şeddad binalar bu şekil billah”
Şairler sorguya tabi olmayan insanlardır.
Yeni Türkiye’de Veysi’lerimiz olmadığından, varlıklarına ihtiyaç duyulmadığından, gün geldi ülkemizin 1 numaralı sorumlusu “İstanbul’a ihanet ettik” itirafını bizzat etmek mecburiyetinde kaldı.
Bu cümlenin yüklemindeki acı kaç insanımızın yüreğine dokundu da “Yeryüzü bize mescit kılındı” hadisinin eğitimiyle donatılmışlar olarak “Kalan İstanbul”a can suyu olmaya koştuk?