BİR Ramazan daha geldi. Kapımızı çalıp hem evlerimize hem yüreklerimize hem de bütün bir âleme bereketini saçacak beklenen misafir geldi.
Sahi hatırlıyor muyuz ömrümüzden kaç tane Ramazan geçti Tahmin edebiliyor muyuz geri kalan hayatımızda kaç tane daha geçeceğini Kaç kez daha fakirhanelerimizde ağırlayacağımızı, gönüllerimize taç edeceğimizi biliyor muyuz bu kutlu misafiri
Peki, şöyle soralım, geçirdiğimiz Ramazanlar ne izler bıraktı bizde Her yönüyle “Ne muhteşem bir Ramazandı” dediğimiz oldu mu hiç ömrümüzde Unutamadığımız, bitmesini istemediğimiz, gelişini bayram gibi gidişini hüzünle yaşadığımız Ramazanlarımız oldu mu Küçücük bedenlerimizle sonsuz rahmet deryalarının içine daldığımızı hissettiğimiz oldu mu ..
Yoksa hafif bir rüzgâr gibi geldi geçti mi hep üzerimizden Yanımıza kâr kalan açlıktan sinirlerimizin yıpranmışlığı, etrafa sataşmışlığımız, yorgunluğumuz mu oldu Ya da zor zoruna kalktığımız, uykumuz açılmasın diye gözlerimizi bile aralamadan yaptığımız sahurlarımız mı Veya büyüklerimizin tabiriyle uykuya tutturduğumuz oruçlarımız mı ...
Evet, bir Ramazana daha kavuşmuşken elbette ilk önce bunları sorgulamamız gerekiyor. Elbette ilk yapacağımız işin vicdanımızı yoklamamız olması gerekiyor. Geçen yıl yaşadığımız Ramazanı, tuttuğumuz oruçları, geçirdiğimiz sahur ve iftarları zihinlerimizin ücra köşelerinden çıkarıp önümüze koymamız ve ince ince tahlilini yapmamız gerekiyor.
Acaba bir ayın sonunda rahmete erip de sonsuz bir hayatı mı kazandığımızı, yoksa o bir ayın bizim felaketimize mi sebep olduğunu çok iyi düşünmemiz gerekiyor. Geçirdiğimiz koskoca bir ömürden birikmiş kirleri Ramazanın nuruyla, ışığıyla temizleyip temizleyemediğimizi düşünmemiz gerekiyor.
Yalnızca aç kalarak, belirli bir süreyi, mecburen, aslını amacını tam olarak idrak edemeden aç geçirdiğimiz bedenlerimize zahmet mi ettik; yoksa Allah için, Allah adına aç susuz kalarak O’nun rızasına nail olabildik mi diye tahlil edebilmemiz gerekiyor. En azından bir Ramazan sonunda yüreğimizde umut kıpırtıları oluşuyor mu, bayramı gerçek bir bayram gibi geçirebiliyor muyuz buna bakmamız gerekiyor. Yüreğimizde bu kutlu misafiri taşıyacak kadar yer var mı diye kendimizi ölçüp tartmamız gerekiyor...
Evet, belki de en önemlisi bu; Ramazanı taşıyabilmek, tanıyabilmek. “Nerde o eski Ramazanlar” edebiyatı yapmayı bırakıp, bizi o eski Ramazanlardan uzaklaştıran nedir onu bulabilmek. Allah Rasulü’nün ve O’nun değerli ashabının yaşadığı Ramazanları, sahurları, iftarları bize yaşatmayan sebepler nelerdir, onların ihlâsını yakalamamıza engel nedir, bunu anlayabilmek.
Biz biliyoruz ki Ramazan, bütün aşırılıklarımıza rağmen Rabbimizin bize verdiği, üstelik her yıl kapımıza gönderdiği bir lütuf, bir berekettir. Biz biliyoruz ki “On bir ayın sultanı” diye duymaya alıştığımız Ramazan aslında tüm ömrümüzün sultanıdır, başlarımızın tacıdır.
Son yıllarda bir festival havasında, sanki bir eğlence fırsatıymış gibi geçirilmeye çalışılsa da biz biliyoruz ki Ramazan eğlence değil, tefekkür zamanıdır... Tüm bir ay, belediyelerin düzenlediği şarkılı türkülü, İslamî konserlerle; üstelik yanı başındaki camide kılınan teravih namazını da sabote ederek dünyevi sesler yükseltilse de aslında Ramazan, dillerin susması, gönüllerin Allah’ı anması zamanıdır...
Tüm gün aç kalacağız korkusuyla sahurlarda, açlığın verdiği gözü dönmüşlükle de iftarlarda tıka basa doldurmaktan vazgeçemesek de midelerimizi, aslında Ramazan aç kalma, açlığı tatma, açlıkta doyma zamanıdır...
Nasılsa sahura kalkacağız mantığıyla geceleri uyanık kalıp, gündüzleri ise günün büyük bir kısmında bedenlerimizi yataktan kaldıramasak da, aslında Ramazan diri kalmak, uyanık kalmak, gözü açık olmak zamanıdır...
Yalnızca midelere kilit vurmak gibi dar bir kalıba hapsetmişsek de olsak aslında Ramazan; hem mideye hem göze hem dile hem zihne hem kalbe gem vurmak ve Allah’ın razı olmayacağı her türlü şeye karşı oruçlu olmaktır...
Şunu da unutmamalıyız ki Rabbimiz bize böyle bir fırsatı verirken, bizden de bazı bedelleri ödememizi bekliyor elbette. Gündüzleri evlerimizde uykuya daldığımız ya da ölmüş, bitmiş, baygın gözlerle dakikaları saydığımız, akşamları ise sokaklara dökülüp meydanları panayır alanına çevirdiğimiz bir Ramazan mı bekleniyor bizden acaba
Birden fazla mukabeleye gidip defalarca kez Kur’anı hatmederken, Allah’ın emir ve yasaklarını hiçe sayarak yaşamımıza devam etmemiz; Nur Suresini okuduğumuz halde tesettürümüzün de tesettüre muhtaç olması, Bakara Suresini okuduğumuz halde ceplerimizde faizin dolaşması mı bekleniyor bizden!
Saadet asrında yaşanan Ramazanlar değil de şimdiki modern çağın Ramazanını mı yaşamamız bekleniyor
O halde başımızı ellerimizin arasına alıp tekrar ve tekrar düşünelim. Hasretle kucaklaştığımız özlediğimiz misafir gelmişken bu soruları titizlikle soralım kendimize. Rabbimiz bizden ne bekliyor, ne istiyor İki Cihan Güneşi Ramazan ayını nasıl karşılamış ve geçirmiş
Bir Ramazan daha öylece, gönüllerimize dokunmadan, yüreklerimizi coşturmadan geçip gitmesin diye, biz Ramazanı değil Ramazan bizi baş tacı etsin diye, biz orucu değil, oruç bizi tutsun diye... Henüz başındayken Ramazan dosyalarımızı hazırlayıp Af Makamına sunalım!...
Bağışlananlardan olabilmek umudu ve duasıyla…