“Aziz milletimiz ikiye ayrılır, birinci kısım bizi anlayanlar ve Milli Görüşçü olduğunu itiraf edenler, ikinci kısım ise sırasını bekleyenler.”

Birçoğunuz hatırlayacaktır, yukarıdaki tarif, cennetmekân Erbakan Hocamızın bu toprakların bin yıllık varisi olan milletimizi tanımlamak için kullandığı tarifti. Erbakan Hocamız siyaset yaptığı yaklaşık yarım asır boyunca bu aziz milletin hiçbir ferdini birbirinden ayırmadı, ötekileştirmedi. Yukarıda da ifade ettiği gibi milletimizin tamamını kucakladı, Milli Görüş’ü henüz anlamayanların ise sırasını beklediğini söyledi.

Aslına bakarsanız şimdiler de çokça nedamet getiren Çevik Bir’in, 28 Şubat günlerinde hazırlattığı araştırma ve anket raporları da, Erbakan Hocamızı haklı çıkarmaktaydı. Çevik Bir’in raporlarına göre 1996 ortalarında kurulan 54. Hükümet’in ilk birkaç ay içindeki efsane hizmetleri sayesinde, Milli Görüş’ün tabanı yüzde 35’leri aşmıştı. Araştırmanın asıl üzerinde durulması gereken noktası ise, aynı ivme ile devam etmesi halinde iki binli yılların ortalarında Milli Görüş hareketinin tabanının yüzde 70’lere varacağı şeklindeydi. İşte 28 Şubat dedikleri o süreç, milletimizin Milli Görüş’e teveccühü ve bu raporların ortaya saçılmasının ardından başlatıldı.

28 Şubatçıların tek amacı Refah-Yol koalisyonunu bozmak ya da Refah’ı kapatmak değildi. Parti kapatılsa bile derhal yenisi kurulabilir ve çok kısa zamanda eski gücünü yeniden toparlayabilirdi. Seçim yoluyla iş başına geçen Milli Görüş kadrolarının, yine seçim yoluyla bir daha asla devrilemeyeceği açıktı. On yıllardır milletimizin hasret kaldığı Milli Görüş iktidarı durdurulmalı ve hatta mümkünse parçalanmalıydı. Bu amaçla türlü ayak oyunlarıyla DYP’den koparılan milletvekilleri sayesinde önce Refah-Yol düşürüldü, ardından da birinci parti konumundaki Refah Partisi, onlarca temel hukuk kuralı çiğnenerek kapatıldı. Böylelikle hareketin lideri olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız da siyasi yasaklı hale getirildi. 

Şer güçlerin birinci planı başarıyla uygulanmıştı. Artık sıra, Milli Görüş’ün evrensel ideallerinden vazgeçmeye, hareketi bölmeye, en önemlisi de tepeden tırnağa dünyevileşmeye gayet hevesli olan, kendilerini de “yenilikçiler” olarak tanımlayan grubun kopartılmasına gelmişti. Bugün herkesin çok yakından tanıdığı Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç öncülüğündeki yenilikçi kadroların sayesinde, şer güçlerin ikinci planı da büyük bir ustalıkla kotarıldı.

2001 yılına gelindiğinde artık Milli Görüş hareketi bölünmüş, evrensel ilke ve değerler Saadet Partisi’nin uhdesine bırakılmış, kendilerine “yenilikçi” diyen grup ise muhafazakârlaşma ve Milli Görüş gömleğini çıkarma metaforlarıyla AKP’yi kurarak, başka bir iklime doğru yol almıştı. Tabii bu kopuşun hemen ardından da, yakın siyasi tarihimizde Milli Görüş gömleğini çıkaranların başına ne geldiyse, bu yeni muhafazakâr beylerin başına da o geldi. Henüz 54 milletvekiline sahip muhalefet partisi olmasına rağmen, başta Amerika ve Avrupa olmak üzere yeryüzündeki bütün şer odaklarıyla sıcak ilişkiler kuruldu. Tayyip Erdoğan liderliğindeki partinin önde gelen bütün isimleri de, her gün bir ekranda, hayatları boyunca savundukları fikirlerin ne kadar da anlamsız olduğunu anlatmaya başladı.

İşte bu atmosfer içinde gidilen 3 Kasım 2002 seçimlerinde, AKP tam da Çevik Bir’in raporlarında öngörüldüğü şekilde yüzde 34 oranında oy alarak, Meclis’in dörtte üç çoğunluğunu kazandı. Buraya kadar kısaca AKP’nin kuruluş hikâyesini anlatmaya çalıştık. Şimdi de izninizle birkaç paragrafla 13 yıllık karnelerine değinelim.

***

Doğrusunu isterseniz AKP’nin ilk yılları beklenildiği gibi geçti. 1 Mart tezkeresinin reddine rağmen Irak ve Afganistan savaşlarında küresel şeytanlara tam destek verilmiş, hatta Tayyip Erdoğan’ın ağzından kahraman Amerikan askerlerinin sağ salim evlerine dönmesi için dualar bile edilmişti. Sizin anlayacağınız Erdoğan, değişim ve dönüşümünü ispatlamak anlamında ilk yıllarda gayet başarılıydı. Erdoğan, kendisinin liderliğindeki Türkiye’ye küresel sistem tarafından tarihi bir görev verildiğini, Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin eş başkanı olmanın ne kadar büyük anlamlar taşıdığını parti toplantılarında anlatıp duruyordu. Terör devleti İsrail’in katil başbakanları Ariel Şaron ve Ehud Barak, Erdoğan’ın yüzüne karşı Gazze’ye tank üzerinde girdiklerinde ne kadar mutlu olduklarını söylüyor, bu aleni saldırılar yapıldığı anda görüşmeyi terk etmesi gereken Erdoğan, üstüne üstlük ikili basın toplantılarında tüm dünyaya gülücükler saçıyordu.

Takvimler 2007’yi gösterdiğinde beş yıllık tek başına iktidar tamamlanmış, buna rağmen milletin hiçbir beklentisi yerine getirilmemişti. Fakat bahaneleri de hazırdı. Kendilerine kalsa Türkiye’yi çağ atlatacak, milletimizin kaynaklarını eşit şekilde dağıtarak aç ve açıkta kimse bırakmayacaklardı. Lakin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer liderliğindeki Kemalist kadrolar bu atılımların gerçekleşmesine bir türlü izin vermiyordu(!) Doğrusu seçimlerin hemen öncesinde planlanan e-muhtıra, Cumhuriyet mitingleri ve 367 krizi de, AKP yönetiminin algı operasyonlarına ilaç gibi yetişti.

Kemalizm ilacı sayesinde AKP 2007 seçimlerinde de istediğini almış, milletvekili sayısında küçük bir düşüş yaşamasına rağmen, Kemalist fırtınanın yaklaştığını sanan milletimiz, yüzde 47 oranında destekleyerek AKP’ye bir büyük fırsat daha vermişti. 2007 seçimlerinin ardından günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovaladı. Fakat bu toprakların ezilmiş insanlarının ağzına bir parmak bal çalmaktan başka, AKP’nin ikinci iktidar döneminde de hiçbir derdimize kalıcı olarak çözüm üretilemedi.

2009 ve 2010 yılları, Davos tiyatrosu ve Mavi Marmara krizi eşliğinde geçildi. Daha önce mecliste alkışlarla karşıladığı Şimon Perez’e bu sefer parmak sallayan Tayyip Erdoğan, gösterisinin hemen ardından tepkisinin aslında sadece moderatöre olduğunu anlatmaktaydı. Mavi Marmara gemimiz Akdeniz’in ortasında uluslar arası sularda saldırıya uğrayıp, 10 şehidimiz toprağa verildiğinde ise, Türkiye’nin dostluğunun kıymetli, düşmanlığının da şiddetli olacağı şeklindeki hamasi sözlerle geçiştirildi. Ardından da Obama’nın bir telefonuyla, Netanyahu tarafından söylenip söylenmediği resmi kayıtlara bile geçmeyen kuru bir özürle şehitlerin intikamının alındığı ve İsrail’in dize getirildiği anlatıldı. 

Üçüncü genel seçimin yapılacağı 2011 yılına gelindiğinde, bu kez AKP’li yöneticilerin kullandığı tek seçim malzemesi yeni Anayasa vaadi idi. Yeni Anayasa hatırına bir kez daha yüzde 50’ye yakın bir oranda destekleyerek AKP’ye istediğini veren milletimiz, artık laf değil icraat üretilmesini istiyordu. Fakat AKP’ye seçimi kazandıran yeni Anayasa vaadi de, kayıkçı kavgaları ve suni gündemlere kurban edilerek, bir sonraki seçimlerde yeniden kullanılmak üzere rafa kaldırıldı.

Tarihler 2014 yılını gösterdiğinde, 12 yıl boyunca yazdıkları senaryoyu birlikte oynayan ortaklar, birdenbire büyük bir kavgaya tutuşmuştu. AKP’nin bildik kayıkçı kavgasındaki rakip bu kez, Türk sinemalarındaki gulyabani kılığına sokulan eski ortak yeni paralel heyulâsı idi. Söz konusu kavgada görülmemiş boyutta hırsızlık ve yolsuzluk suçlamalarından, en kutsal değerlerimizle alay edilmesine kadar bir dolu iddia ortalığa saçıldı. 13 yıl boyunca dindar kimlikleri sayesinde destek bulan AKP kadroları, Cumhuriyet tarihinin en ciddi yolsuzluk suçlamalarıyla yüz yüze kalmıştı. Aslında paralel heyulâsına 12 yıl boyunca ne istedilerse verilmişti. Milli orduya el birliğiyle kumpas kurulmuş, söz konusu heyulâ tarafından AKP’li yöneticiler hem aldanmış, hem de yıllar yılı bu yapıya büyük destekler verilerek bütün bir millet aldatılmıştı. Neyse ki algı operasyonları yine imdada yetişti ve söz konusu eski ortaklar, “vatan millet düşmanı terör örgütü” diye yaftalanarak bu varta da atlatıldı.

Yalan Söylüyorlar;

Ve işte bugün AKP zihniyetinin gireceği dördüncü genel seçimin arifesindeyiz. Meydanlardaki dindar nesil söylemlerine rağmen, ülkemizde uyuşturucu kullanımı ilköğretim çağına kadar düştü. Boşanma oranları son on yılda neredeyse iki kat arttı. Yeni yapılan onlarcasına rağmen cezaevleri tıka basa doldu. Televizyon ekranlarında eğlence adı altında teşhircilik ve pornografi aldı başını yürüdü. Faizciden vergi alınamadığı için Aydın Doğan gibi faiz lobileri AKP döneminde tam beş kat büyüdü. Faizsiz bir dünyada yaşanamayacağı ve faizin bir dünya gerçeği olduğu yalanı hepimize öğretildi. Allah’a harp sebebi sayılan ve insanımızın belini büken faizli krediler, “helali hoş olsun” nidalarıyla kutlandı. Varlığımızı devam ettirmek için sürdürülebilir borçlanma politikasından başka çıkar yol olmadığı(!) fikri hepimize ezberletildi. Madenlerde kan kusa kusa can veren ya da taşeron şirketlerin insafına bırakılan yiğit vatan evlatları ise kaderine terk edildi. 13 yıldır ekmeğin ve buğdayın değil, faizin ve borsanın sesi olundu. Irak ya da Afganistan gibi coğrafyalarımız hallaç pamuğu gibi atıldı. Suriye ya da Libya gibi beldelerimizde çıkarılan iç savaşlara, su yerine ateşler taşındı. 

Bütün bu kötü gidişe rağmen ülkeyi 13 yıldır tek başına yöneten muhafazakâr efendiler, 13 yılın ardından şimdi karşımıza geçmiş, yine türlü vaatlerle milletimizi aldatmaya çalışıyorlar. Artık tükenmiş durumdalar. Meydanlarda Kur’an-ı Kerim sallayıp, Kur’an’la yaşadıklarını söylüyorlar. Ev ortamında okudukları Kur’an tilavetlerini, iliştirilmiş medyalarında yayınlatıyorlar. 13 yıldır unuttukları fetih kutlamalarında, “yeniden diriliş” naraları savuruyorlar. Şarkılarla ve şiirlerle süsledikleri hamasi nutuklar atıp, batmakta olan gemilerine binmemiz için türlü numaralar yapıyorlar.

***

Hayır hayır, yalanlarınıza hiçbir zaman inanmadık, inanmayacağız. Sizin batmaya mahkûm olan geminize asla binmeyeceğiz. Hakikatleri gizleyen süslü sözlerinize asla kanmayacağız. Geçmişteki muadilleriniz olan bütün sağ iktidarların akıbeti gibi, yıkılması mukadder olan saltanatınıza asla destek vermeyeceğiz. Yarın sabah güneş doğmadan uyanacağız, namazımızı kılacağız, dualarla yola koyulacağız ve Allah’ın izniyle bu toprakların bin yıllık tapusu olan Milli Görüş’ün tek temsilcisi Saadet Partimize mührü vuracağız.  Pazartesi günü de sonuç her ne olursa olsun yeniden vira Bismillah çekeceğiz. Milletimizin hiçbir ferdini birbirinden ayırmadan, hiç kimseyi ötekileştirmeden, hiç kimseye nefret dili kusmadan canla başla çalışacağız. Tıpkı merhum Hocamızdan öğrendiğimiz gibi, sırasını bekleyen kardeşlerimize, Milli Görüş’ün değişmez gerçeklerini hayatımızın sonuna dek anlatacağız.

Bize Milli Görüşçü derler efendi!

Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası!

[email protected]