AB ve ABD ye odaklanmış, daha doğrusu bağlanmış dış politikanın salınımlı görünümü sallantılı bir duruma kaymıştır, denebilir.

Salınımlıydı, çünkü AB tarafından ileri sürülen şartları ve istekleri dirençle karşılamayı göze alamadığından, ABD salınımına geçiliyordu. ABD tarafından, o da iç kamuoyunun psikolojisini yumuşatmak için kullanılan "stratejik ortaklık", "müttefik" türü söylemlere rağmen, yeni ve göğüslenemez şartlar ve istekler dayatıldığında, haydi, AB ezberine sarılınıyordu. Sonuçta her iki tarafın dişlileri, Türk dış politikasının çekirdeğini öğütmeye başladılar. Aslında öğütülen klasik anlamında dış politika değil, daha geniş ve derin kökleri olan millet, devlet, kültür ve medeniyettir. Bunları mahfuz tutarak dış politikayı odağa yerleştiriyoruz.

Dış politikanın sallantılı bir duruma kayması, dediğimizde ülkenin varlığını yaşatan ve koruyan politikanın nasıl olması gerekiyorsa öyle olmasını esas tutuyoruz. Bu açıdan, giderek kaybedilen bir varlık sözkonusudur bizim için. Fakat AB ve ABD açısından yeni imkanların doğduğu, özlem ve beklentilerinin gerçekleşmesini sağlayıcı planlarının, biraz engellenir gibi gözükse de tıkır tıkır işlediği açıktır.

AB ve ABD, soğuk savaşın sona ermesiyle, daha önce uygulayageldiği politikalarında köklü değişiklik yapma gereği duydular ve hedef olarak İslâm coğrafyasını seçtiler. Tarihi boyunca Batı (Avrupa, eklentisi Amerika), varlığını, gelişmesini, iç çatışmalarını altetmeyi ancak doğuyla kurduğu ilişki bağlamında gerçekleştirebilmiştir. Doğuyla ilişkisinin farklı nitelik göstermesi durumunda Batı, yoğun ve çetin sorunlarla boğuşmak zorunda kalmıştır. Batı coğrafyasının niteliği sağlıklı, istikrarlı, zengin ve verimli gelişmeye tam olarak elverişli olmadığı için, kaçınılmaz olarak Doğuya yönelmek zorunluluğunu yaşamıştır. İlkçağlarda Batıdaki kavimler Anadolu, Doğu Akdeniz, Mezopotamya ve doğusuyla ilişki kurdukları ölçüde toplumsallaşma, siyasallaşma, uygarlaşmalarını kendi ölçülerinde sağlayabilmişlerdir. Yunanlılar Hellen kültür dünyasını ancak böylece oluşturabilmişlerdi. Keza Roma İmparatorluğu, Doğuya yaslandığı oranda varlığını geliştirebilmiş ve koruyabilmişti. Yeniçağlar tarihinin kırılma ve yükselme çizgileri Doğuyla kurulan ilişkilere göre bir seyir izler. Karanlıktan, barbarlıktan, yoksulluktan kurtulmak için Batı, Kolomb u Doğuya ulaşsın diye yeni bir çıkış yolu bulmak üzere göndermişti. Belki coğrafi olarak Yeni Kıta, Amerika Avrupa ya göre en batıydı, ama psikolojik olarak Avrupa için Doğu ydu, Doğu ya bakışını uzun süre burada da sürdürdü, yani Amerika yı coğrafyasıyla, yerüstü yeraltı zenginlikleri, nüfus ve tarihiyle sömürdü. Hâlâ da bunu sürdürüyor. Mesela Bolivya da geçen yıl seçimle iktidara gelen Morales, beş yüz yıldan sonra başa geçen ilk gerçek Amerikalıdır.

Bu örnekleri hatırlatırken, sözü şuraya bağlamak istiyoruz. Müslümanlar Akdeniz havzasına ulaşmalarıyla birlikte (ki 7 yy.) Batı yla, savaş ve barışı içeren diplomatik ilişki içinde olagelmişlerdir. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bu ilişki mevzii olmaktan çıkacak, deyim yerindeyse evrensel bir nitelik kazanacak ve 1918 e kadar, Yemenden çekilinceye kadar da sürdürülecektir. Osmanlı Devleti, dolayısıyla Müslüman dünya Batıya karşı sadece kendi varlığını değil, bütün bir Doğu yu siyanet etme politikası güdecektir. Yeryüzünde işlenen zulme, yapılan haksızlığa ve fesada engel olma, İslâmın öğütlediği temel ilkelerden biri olduğu için, kendisini sorumlu addedecektir. Bu sorumluluğun gereği Batı Avrupa da meydana gelen zulümler, haksızlıklar bakımından da geçerli sayılacaktır. Mesela 13 ve 14. yy. Katoliklerin zulmüne maruz kalmış monofizitler, Huguenotlar ın Balkanlara, İspanya Yahudilerinin Anadolu ya yerleştirilmeleri böyledir.

AB ve ABD ile ilişkiler, eşitlik ve mütekabiliyet esasına dayalı diplomatik kurallar çerçevesinde elbette kurulmalı ve geliştirilmeliydi. Zor ve netameli olduğu açıktır. Çünkü Batı, tarih boyunca bu tür ilişkileri daima gizli tuttuğu, niyetinin mantığına göre kavramış, uygulamış ve sonucunu da buna göre almayı amaçlamıştır.

Şimdilerde AB ile yaşanan gerginlikler, iki yüzlülükler ve kepazelikler, Batının zihniyet ve tarihinin özü ve tezahürüdür. "Müttefik", "stratejik ortak" olarak yere göğe sığdırılamayan ABD nin, yalana dayalı ırak ve Afganistan işgalleri, seçimle iktidara gelmiş Hamas ı bahane ederek Filistinlilere gösterdiği tepkiyi, Türkiye yi İran a karşı bilemeye çalışmasını diplomasi diliyle açıklamak zordur.

Türkiye ve İslâm dünyası, sadece kendi varlığını değil, tüm insanlığı ilgilendiren düşünce ve tasarılara yönelmediği sürece, AB ve ABD nin planlarının basit bir aleti olmaktan yakasını kurtaramaz. Hezimet ve iflaslardan başka seçeneğe de sahip olamaz. Akılsız ve kör düşmanlık politikalarından değil, İslâmlık ve insanlık hareketinden sözediyoruz.