Üniversiteler 1974 yılına kadar lise mezununun az olmasından dolayı öğrencilerini kontenjanına göre almışlar. Fazla başvuru olduğunda lise başarısına göre veya kendi sınavını yaparak eleme yapmayı tercih etmişlerdir.
Her şey 1974 yılında başladı. Bu yılda ÜSYM adıyla kurulan kurum, 1981 yılına kadar üniversiteye öğrenci seçme ve yerleştirme faaliyetini yürütmüştür. 1981 yılında adı ÖSYM olan bu kurum, öğrenci seçme ve yerleştirmeyi, ÖSS ve ÖYS olmak üzere ikili sınav sistemiyle 1999 yılına kadar gerçekleştirmiştir. 1999 yılından sonra merkezi sınav, ÖSS olarak tek aşamalı yapılmaya başlandı. 2006 yılında tek sınav iki bölümden oluşacak şekilde yeniden düzenlendi. 2010 yılından sonra YGS ve LYS olacak şekilde yeniden ikili sisteme geçilmiştir. Fakat bu günlerde YKS adında yeniden bir sistem tesis edilmeye çalışılmaktadır.
Peki, sınavlar neden hayatımızın bir parçası oldu?
Çünkü rehberlik vasıtasıyla yetenek ve karakterine göre yönlendirilemeyen öğrenciler, sınavlar vasıtasıyla yönlendirilme yoluna gidilmiştir. Sınav yönteminin tercih edilmesinin yanında önemli bir sıkıntı da, eğitim sisteminin kendi sınavına yönelik bir müfredat ve metot geliştirmemiş ya da sınavını kendi müfredatına uygun hazırlamamış olmasıdır. Ülkemizdeki dershanelerin ortaya çıkmasının temel açıklaması budur.
Zamanla yarışan ve test mantığına dayalı bir sınav sistemi için eğitim sistemimizin müfredatı yetersiz kaldığı görülmektedir. Böylece test mantığını öğrencilere aktaran, pratik çözümler sunan ve pratik ezber modelleri geliştiren dershaneler eğitim sisteminde devletin verdiği eğitimin önüne geçmiştir. Öğrencilerin dershanelerden aldıkları, sadece beş şık arasından en hızlı şekilde isabetli tercih edebilme yeteneğinden başkası değildir. Bu da öğrenciyi geleceğe ve hayata hazırlamak yerine sadece sınava hazırlayan bir eğitimin egemen olmasına yol açmıştır. Dershanelerin kapatılma kararı bu gerçeği değiştirmemiştir.
Sınav sistemine yönelik yukarıda yapılan değişiklikleri görüyoruz. Bu değişiklikler, harflerin farklı kombinasyonlarla yeniden dizilmesinden başka bir anlam ifade etmiyor. Bu sınavlar öğrencileri seçmeye yönelik değil, öğrencileri yönlendirmeye yöneliktir. Çünkü ülkemizdeki eğitim sisteminde mesleki eğitimin büyük çoğunluğu üniversitelere bırakılmış. Gençler, üniversite sınavlarına kadar hangi mesleği yapmak istediğine tam anlamıyla karar verememekte ve o mesleğin altyapısını oluşturabilecek teori ve pratiği öğrenememektedir. Aslında düz liselerin sayıca üstünlüğü mecburen durumu bu noktaya getirmiştir.
Milyonlarca öğrencinin olduğu bir ülkede sınavın zorunluluğundan bahsedilebilir. O zaman yapılması gereken reform, sınavların öğrencileri mesleki anlamda yönlendirmeye dönük değil, yönünü tayin etmiş öğrenciler içerisinden daha iyisini seçmeye yönelik olmasını sağlamaktır.
Eğitim içerisinde sınavlar ayrı bir sorun, sınav tekniği ise ayrı bir sorundur. Bilgi ve beceriyi ölçmedeki kriterleri anlamak güçtür. Örneğin neden bilgi ölçmeye dönük sınavlarda, öğrenciler aynı zamanda zamanla yarışmak zorundadır? Daha makul bir süre verilerek düşünme fırsatı neden ellerinden alınmaktadır? Soruları daha hızlı yapan öğrenci daha bilgili ya da daha becerikli midir? Yoksa sınav tekniği için özel çalışmış olması mıdır? Bu soruların da yetkililerce düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim.
Harflere takla attırarak, köşe kapmaca oynatarak eğitim sistemi üzerinde yapısal reformlar yaptığımızı düşünmek kimseye inandırıcı gelmiyor. Hazırlama ve yetiştirme aşamasında hiçbir şey üretmeyenlerin sürekli seçme aşamasında tedbirler alması bir kandırmacadan ibarettir. Bu yüzden eğitim sistemini “milli” kılacak gerekli tedbirlerin alınması, gençleri önce insan olma olgunluğu veren sonra hayata hazırlayan bir hüviyete kazandırılması öncelikli mesele olmalıdır.