Adının önüne konan “Kel” sıfatıyla maruf efsane pehlivanımız “Aliço”nun hayatını, bu gün olmayan babıali’nin, olmayan Tercüman gazetesinin “Pehlivan Tefrikaları” sütunlarında, Murat Sertoğlu’nun kaleminden, liseli yıllarımda ben de takip ettim.
İnternet sitelerinde arandığında, Kırkpınar’ın büyük pehlivanının güreşleri ve son güreşini Koca Yusuf’la yapması da, teferruatıyla okunabilir.
Benim genç dimağımdan bu günlere kalan ise, o son güreşi bitiren bir “Kel Aliço” cümlesidir.
Saatler sürmesine rağmen yenişme olmayan o güreşte, Kel Aliço’nun bir ara bir omuzu yere değer. Elini toprağa vurarak yenildiğini kabul eden Kel Aliço’ya, cazgır ve hakem heyeti itiraz eder; bir omuza yere değen bir pehlivanı mağlup ilan edemeyeceklerini beyan ederler.
Abide pehlivanımız Kel Aliço, benim bugün hatırlamakla öğündüğüm ve fakat sosyal medya sitelerine yazılmamış “Edebi” cevabını verir. Ona yakışan ve onun hakkı olan bir cevaptır bu.
“Ben (Kırkpınar başpehlivanlığını 27 yıl kazanan) Kel Aliço’yum. Daha nasıl yenilmemi bekliyordunuz?”
Sırtının yere yapışmasının (Göbeğinin yıldız görmesinin) mümkün olmadığını/olamayacağının kaydını tarihe böyle yazdıran o efsanenin, bir omzunu toprağa değdiren Koca Yusuf’u, o gün halefi ilan etmesi ise bir başka konu.
Niye mi yazdım, sorusuna gelirsek bu anlatımdan sonra, cevabımız uzun olmayacaktır.
Rahmetli Erbakan Hoca’mızın son konuşmalarında, röportajlarında ısrarla yaptığı bir uyarısı, bir ikazı var, Türk toplumunu top yekün bir hesaplaşmaya şiddetle çağıran.
“AKP’nin işbaşına getirilmesi sonrasında Siyonist politikalara alet olduğunu ifade eden Erbakan Hoca...”
Bu kelimelerle başlanan sosyal medya haberlerindeki analiz ve öğütlerinin sonunda, alarm veriyor:
“Toprak kayıyor, toprak!”
Kel Aliço üslubunun çağrışımını kullanarak, “Daha ne/Daha nasıl” (Olacak da) sorusunu akılarına düşürmek vaktidir; inanacakların, inanmak isteyeceklerin.
Gerekçemiz böyle bir şey.
TEMEL OLMAK YA DA TEMEL’DEN BAŞLAMAK
“Yeni üretilmiş bir ‘Temel Fıkrası’ bilen var mı?”
Sohbet halkasındaki arkadaşlarım durdular, sonra birbirlerine baktılar. En çok da Temel’in hemşehrisi arkadaşıma.
“Galiba yok” ortak cevaplarıydı.
“Neden yok? Temel mi yok? Temel’e fıkra olacak olay ya da nükte mi yok?”
Sorum, hasret gidermek arzusundaki arkadaşlarımı biraz tedirgin etti ama, devam ettim ve küllemeye çalıştıkları yaralarını kaşıdım.
“Temel fıkrası üretecek zekamız kalmadı mı? Sıfırlandık mı?”
Sessizlikleri, orada olacaklarını bana haber vermelerinin pişmanlığından kaynaklanmıyordu. Yıllardır nazımı çekenler, varmak istediğim yerin, yirmi beş yılın sonunda geldikleri yer olduğunu göstermeme herhalde katlanırlardı.
“Hepiniz birer Temel oldunuz ya da Temelleştirildiniz. Bunu diyeceğim.”
“Bizi Temel saydıysan, gene iyi” dedi, çocuklarının tayin ve terfi beklentilerinin karşılanmasıyla öğünen, yüksek maaşla emekli arkadaşımız.
Sözü uzatmanın gereği yoktu. Zira çay servisi başlamış, bardakta dönen kaşık seslerine ayarlanabilirdi kulaklar. Bir Temel fıkrası anlattım; en bilinenlerinden.
“Temel’in bindiği uçak, sürekli türbülans diye tabir edilen hava boşluklarına girip çıkmaktadır. Yanındaki yolcunun heyecanından, telaşından rahatsız olan Temel yol arkadaşını ikaz eder: Sakin ol!
Terin suyun içindeki adam korkusunu söyler: Uçak düşecek...
Temel rahat, Temel kendinden emin, Temel arkadaşının üstünden bakıyor: Sanki babanın uçağı.
Gülümsemeler, zoraki gülüşmeler. Sohbetin rotasını ilk anlayan Temel’in hemşehrisi arkadaşımdı. Ne de olsa ayın kaptan yiyip içmişlerdi onca yıl.
En kuşatılmış ve tutulmuş anında dahi var olduğunu, geleceğine/istikbaline sahip çıkacağını haykıran Temel’in (darağacı altındaki) o ünlü cevabıyla başlattı, teslim bayraklı arkadaşlara isyanını.
“Ha bu bize ders olsun!”
KİMİMİZİN ÇOCUĞU “ZADE” KİMİMİZİN ÇOCUĞU “ZEDE”
(Cumhurbaşkanı Erdoğan partisinin bir toplantısında yaptığı konuşmada Paris Olimpiyatları’nın açılış gösterisine tepki gösterdi.
“13 yaşındaki torunum, dede gitme, dedi. Niye? Dedim. Orada LGBT gösterisi yapacaklar, dedi. Gitmedim.”)
Birkaç gündür “Torun başdanışman”, “15 Temmuz’u da eniştesinden öğrenmişti” temalarıyla siyasi mizah alanı oluşturulan bu haber dolayısıyladır; olimpiyatın da, sporcularımızın da gölgede kalması, dikkatlerden uzaklaştırılması.
İlk değil, siyasilerin yakınlarından bahsetmeleri, yakınlarının adını veya varlıklarını kullanarak demeçlerine önemsedikleri masajları yüklemeleri.
Fark şuradadır: Bugünkü kadar bilgi kıtlığı hiç olmamıştı. 15 Temmuz geçeli kaç yıl olmuş; ne bir resmi var eniştenin, ne de onunla oturup bir bardak çay içmiş gazetecileri ittifak medyasının.
Menderes’in oğullarını millet, ancak idamından sonra tanıdı ya da İnönü’nün adı bir ölüm davasına karışan Ömer’i gazetelere düşmüştü, gibi bilgi kırıntılarıyla çok eskilere gitmeye gerek yok.
Lakin “Milli damat” geleneğimizin de “Milli şef “ le başladığını bilmeyenimiz yok. Ki, o “Milli Damat’ın” doğalgaz mucidi bakan sıfatı yoktu ama, medya organı sahipliğiyle Yassıada idamlarına emek vermiştir.
Çocuğu olmamasına rağmen, kardeşleri ve onların çocukları dolayısıyla muhalefet yapılmış bir Demirel, hâlâ unutulmayanlardan olsa gerek. Hatta yeğen Yahya bahanesiyle, Bozbeyli’ye “Demokratik” maskeli bir parti dahi kurdurulmuştu.
Bir basın toplantısında yine “Sunta ihracaatçısı Yahya” sorularından bunalan Demirel, isyanını bir bedduayla ifade etmişti: “Başınıza Yahya kadar taş düşsün!” (12 Eylül’de Erciyes’in kayaları düştü.)
Yakınlarıyla anılan siyasetçiler dendi mi, ilk hatırlananlardan biri de T. Özal’dır.
Basına dağıttıkları “Aile fotoğrafı” kadar, sosyete fotoğrafçısı diye takdim edilen esnaf da bir çok kez haber yapılmıştı gazetelere.
T. Özal’ın eşi, kızı ve oğullarının yanında gülücüklü “Davulcu” sıfatlı damadını konu ettiğim az hikaye yazmadım ben de o günlerde; “Milli” sayılmasa da.
Veraset yoluyla siyasette şansını denemek isteyen prenslerin (veliahtların) listesindeki isimlerden büyük oğul için Özal’ın, iktidar günlerindeki reklamını, ön hazırlık çalışması saymıştım.
Partililerinin yahut gazetecilerin, büyük oğul Özal’ı kastederek yaptıkları şikayeti, kameralar önünde cevaplamıştı Başbakan Özal.
“Bizim Ahmet’in uçak pilotu ehliyeti var. Ortadoğu’da çıkacak bir savaşta jet kullanacak, bombalamaya gidecek.”
Bu sözlerinde miydi susturucu etki yoksa basıncıların beklentilerinde miydi; anlamamıştım. Enişte hazretlerini de bir nevi damat saymayı bilemediğim gibi.
Neyse, geçti o günler.