Kimlik bunalımı yaşıyoruz. Kavram kargaşaları hayatımızın

her alanını kuşatmış durumda. Kamplaşma, ötekileştirme, ayrıştırmada sınır

tanımaz olduk. Ceza hukukunda Halkı kin ve düşmanlığa tahrik diye bir

suç var. Bu suçu işleyenleri tam olarak cezalandırsak, neredeyse ortada

siyasetçi kalmayacak. Herkes kendi baktığı yerin doğruluğunu savunurken tam bir

cengâver. Bakışlar farklı olsa da aslında doğru tek. Bu doğru hayatımızın her

alanında bize yolu gösteriyor. Dünya dediğimiz durağın öncesi ve sonrasına

inanan insanın, dikkatli olmak gibi bir zorunluluğu var. Nereye gidiyoruz

Herkes kendi niyetinin hayır olduğundan dem vuruyor ama akıbetinin ne

olduğundan bihaber.

Ben böyle değildim, yaşarken oldum diye dertlenen bir

arabesk şarkı vardı. Toplum olarak hep böyleyiz.

Öyle ki; her akşam televizyonlarda taciz, tecavüz

haberlerini ve çarpık ilişkileri izlemekten rahatsızlık duymaz olduk.

Tarihte ilk defa boşanma oranları evlilik oranlarını

geçti, umursamıyoruz. Toplum temelinden sarsılıyor, bizler ise, aman iktidar

zarar görmesin derdindeyiz.

Anadolu boşalıyor, insanlar doğdukları yerde doyamıyorlar

ama biz hâlâ yaptığımız yolların ülkeyi nasıl kalkındırdığından dem vuruyoruz.

AB kriterlerine uyacağız diye tarımda çalışan nüfusu

aşağıya çekiyoruz ama aynı zamanda Brezilya dan şeker, Amerika dan tütün,

Rusya dan, Kazakistan dan buğday getirmeye devam ediyoruz. Sonra da eskiden ne

güzel Yerli Mallar Haftası kutlardık diye nostalji yapıyoruz.

Üretmeden tüketmeye öylesine alıştırıldık ki, bu devran

böyle sürer gider zannediyoruz.

Komşuda yangın ayyuka çıkmış, biz elimizde kumanda ile

kanallar arası zaping yapıp Survivor a demir atıyoruz.

Kıyılara vuran bebek cesetleri, nasır tutmuş

yüreklerimize teğet geçiyor. Tek derdimiz ne olursa olsun, tuttuğumuz parti

zarar görmesin oluyor.

Ebeveyn-çocuk arasındaki ilişki bile sanal. İnsanlar

birbirlerinin varlığından ancak elektrik kesildiğinde haberdar oluyor ama ne

kadar sosyal bir varlık olduğumuz iddiasıyla yeri göğü inletiyoruz.

Büyük salon toplantılarında, Müslüman ın kanı Müslüman a

haramdır diye yapılan konuşmaları dinleyip kendimizden geçiyoruz ama sonra

Eğit-Donat gibi stratejilerle kaç Müslüman ın kanına girdik hatırlamak bile

istemiyoruz.

Açılan imam-hatip okullarının sayısından böbürlenerek

bahsediyoruz da, eğitim kalitesi ne durumda sorusunu duymak bile istemiyoruz.

Daha dünün şuur temsilcileri olan imam hatiplilere çok

güzel konuşmalar yapıyoruz ama Dostumuz İsrail, stratejik müttefikimiz ABD,

tek medeniyet projemiz AB diyerek onlara karakter zafiyeti yaşattığımızı

göremiyoruz. Sonra da Sevda Kuşun Kanadında size bu yeter diyerek koskoca bir

ideali renkli camın arkasına gizliyoruz.

Estetik, sanat, zanaat, ilim, irfan, edebiyat, mimari,

edep, diğergam olmak, sabır, sebat, ufuk, bereket, rahmet, adalet gibi bizi biz

yapan ne kadar özellik var ise hepsi anlam kayması yaşıyor ve biz bunu durduramıyoruz.

İşin kötü tarafı böyle bir sorunumuz olduğunu da kabul etmiyoruz.

Eskiden şahsiyetlerimiz ilişkilerimizi belirlerdi, şimdi

adamlığımız, oturduğumuz evlerle, bindiğimiz arabalarla anılır oldu ve bizler

küçük dağları biz yarattık edasıyla arz-ı endam etmekten utanmıyoruz.

Ne İslamcımızda İslam, ne solcumuzda sol kaldı. İçten içe

çürüyoruz.

Allah aşkına, nereye gidiyoruz