Teknoloji hayatımıza öyle dâhil oldu ki kendisinden kaçabilecek en ufak bir alan bırakmadı. Kaçsanız bile başka bir yerde başka bir teknolojinin zebunu oluveriyorsunuz. Yürümek neredeyse bir mahrumiyet ve yoksunluğun göstergesi oldu. Yürüyen insanı yadırgar hale geldik. O kadar yolu neden yürüdüğü konusunda sorguluyoruz insanları.

Bir vasıtaya binmek hayat standardımızın, yaşam konforumuzun olmazsa olmazı halini almış. İki durak arasını yürümeyi bile göze alamayan insanlarla dolu büyük şehirlerimiz. 

Görsel iletişim teknolojileri bir başka dert. İnsanlar ürettikleri araçlara hükmedemez hale geldiler. Dünya simülatif bir yanılgıya doğru kayıyor. İnsana rağmen meydana gelen bu değişme ve gelişmelerden en çok da mümin tarafımız örseleniyor. Din pratiğe sığmayan ya da pratiğe ihtiyaç hissetmeyen zihinsel kabuller bütünü olarak kendine bir hayat alanı bulmaya çalışıyor. 

Bulabiliyor mu acaba? Evet, ama hayata sürünüp dâhil olmadan, sadece konuşmalarımıza çeşni olacak şekilde. 

Reel dünyanın din ile bir yaşam bütünlüğü oluşturamaması da bundan nasibini alıyor. Örneğin kardeşlikle ilgili bir ayet okumanız kardeşlik ilkelerine riayet etmenizin önüne geçmiş durumda. 

Sanki iyinin iyiliğini iyiye ve kötünün kötülüğünü kötüye hatırlatmış olmanız iyiye yaklaşmak, kötüden uzaklaşmak noktasındaki sorumluluğunuzu ortadan kaldırıyor gibi. Namazdan bahseden kişi namaz kılan kişiden daha mümin görünebiliyor bu yüzden. Yaptığı iyiliği anlatmak insan için ahlaki anlamda zait bir durumdur oysa. Bir günahtan kaçınmak da öyledir. Söze değil hayata dair bir reflekstir bu. Şayet hâl değil kâl olarak kendini yaşatıyorsa din “üzerinde konuşulan şeyler manzumesi” olmaktan kurtulamayacaktır. Haksızlık karşısında eğer bir mümin ‘acaba şimdi benim ne yapmam gerekiyordu?’ diye bir tereddüt ve de teşehhüt miktarı bekliyor ya da durumu inceden inceye müzakere etmeye kalkıyorsa inandığı doğrunun enkazı altında kalmış demektir. 

İyi insan iyinin iyi olduğundan iyice ikna olduktan sonra iyilik yapan kişi değildir, iyilik olduğunu bilmeden, hesap kitap yapmadan iyilik yapandır. Doğası ona başka türlü davranmaya izin vermez. Bugün kötülük de iyilik de kostüm değiştirmiş ya da tebdil-i kıyafet etmiş şekilde aramızda dolaşmaktadır. Bu yüzden insanın imtihanı her zamankinden daha zordur. Sözgelimi gıybet ve dedikodu çok şatafatlı kıyafetlerle aramızda dolaşarak eşkâlini saklamayı başarabiliyor. Sanal ortamlarda birbirini gıyabında acımasızca çekiştiren müminlerin içleri bu günahı işlerken öyle rahat ki. Gerçeklikten kopuk ayakları yerden kesik bulutlar üzerinde başka bir dünyayı yaşadıklarını zannediyorlar. Atılan bir tweet, yazılan bir mesaj ‘ben sizin dünyanızın dışındayım’ mazeretine sığınarak mesuliyetten firar ediyor. Özellikle iletişim teknolojisi günahın işlenme oranını kolaylaştırıp hızlandırmıştır. Görünmezlik ve gizlilik gibi sığınaklar kişinin hem toplumsal baskıdan ve medeni cesaretsizlikten dolay dolaşamadığı sokaklarda dolaşma fırsatı doğurmuş hem de günahın teknolojik mazeret oluşturup toplumsal icazet almasını sağlamıştır. Hucurat suresinde yer alan ahlaki direktif ve hassasiyetlerin hemen hepsi bugünkü elektronik ortamlarda çok kolay ihlal edilir hale gelmiştir. Sanal ortamlar artık her dünya görüşündeki insanlar için gerçek yaşamın ta kendisi, gerçek yaşam ise simulatif ve sanal bir hayatın zihnimize uyarlanmış görüntüsünden başka bir şey değildir. Karakolda doğru söyleyip mahkemede şaşar gibi reelde kabul edip sanalda inkâr eden kafası karışık yığınlar karşısında fıkıh bile pes etmiş durumda. Ne ilmihal ne tefsir ne de fıkıh bu duruma ayak uydurabileceğe benziyor. Sadece insanın değil, hayatın ve zamanın da şirazesi kaymış. Sokaklarda, caddelerde, mescitlerde, mekteplerde, camilerde hiç kimse yok, herkes fecabook’ta sabahlayıp tweeterda geceliyor.