İnsan bu, bir hayat yaşar, kendisiyle bir sınanma içinde olduğunun farkında olmaz. Bir hay huy ile gözü kara bir yol sürdürür. Dünyayı böyle anlar, algılar ve yaşamaya bakar. Kimi zaman kimi oluşları yaşar ama bunlar öylesine gelip geçer.

İnsanlar, topluluklar yaşadıklarını ancak kendileriyle sınırlı sanırlar. Oysaki hayat hiç de öyle değildir. Kimi zamanlar büyük oluşlar insanlık tarihi için bir dönüm olur. Tarihte, kavimler topluca yok olmuşlardır, kimi zaman büyük oluşların getirdikleri belli bölgeleri ve insanları etkilemiştir.

Son Kahramanmaraş depremi ülkemiz ve insanımız için büyük bir uyarı olmuştur. Ne ki, insanımızın birçok yüzü var. Depremin insanda oluşturduğu büyük sarsıntının neler getirdiğini, bunu özellikle yaşayanların nasıl bir travma içinde olduklarını bilenler ve anlayanlar ancak bilir.

Bölgede yaşayanlar için hayat sıfırlanmış durumda. Kimi aileler topluca gitti. Onlardan ne bir iz ne bir eser, ne bir insan kaldı. Kimileri en yakınlarını yitirdi. Kimileri dünyalık malları, mülkleri, birikimleri, alın terleri yok olup gitti.

Bunlar gerçeklerimiz.

Kimi gerçekler var ki, kimilerinin dünya telâş ve hırsı bitmemiş. O mazlum insanların ahlarını, bakışlarındaki acılı hüzünlerini, iniltilerini görmedikleri gibi, sanki onların olduğu ortamda, gözlerinin içine baka baka dünyalıklarında, şovlarında, danslarında. Onların acılarının üzerinde kendilerin neler devşireceklerinin hırsında ve tamahında. Bu insanlar sanki umurlarında değil.

Bir deprem var bütün insanlık bir anda topluca bir yönelime girdi. Ne var ki birileri bunu fırsat bildi. Birbirlerine rakip olanlar orada da çekişmelerini sürdürdü. Onların dertleriyle dertlenmek yerine dışarıdan gazel okur gibi başkalarının hesabını başkalarının hesabıyla karşılaştırdı.

Zamanı mı?

O acılı insanlara dünyanın en görkemli olan nesnelerini sunsanız ne değeri var. Ne onların acıları azalır, ne onların yaraları kapanır? İşin tuhafı bir de araya seçim sıkıştırıldı. Birkaç ay, hafta beklemeye bile tahammül edilemedi.

Kimi hırsızlar, kapkaççılar, talancılar gündeme geldi de asıl olanları nedense göz ardı oldu.

İnsanlar öldü. Ölen insanlar Türk’tü, Kürt’tü, Arap’tı, başka ırk ve dinlerden kültürlerdendi. Deprem hepsini, topluca ayırt etmeden etkiledi. O ortamın ne ırkı, ne de rengi, ne de başka bir özelliği vardı. Bunların hepsi birlikte öldü, birlikte sağ kalanlar kaldı. En zenginden, en fakirine en gururlusundan en mazlum olanına kadar hepsi birlikte aynı sonu yaşadı.

Şu dünyanın holiganlarından neler çekti ve neler çekiyor insanlık? Kimileri kendi hesaplarını başkalarına kesti kesiyor, kimileri, başkasının hesabını kendisininmiş gibi yapıyor. Oysa o kimseler kendi dünyalarında, derdinde, telâşında ve gelecek kaygısında.

Bizler, bu depremi doğrudan yaşamadık, yaşamadık ama acısı içimizde bir burgaç gibi. Elimiz bir şeye varmıyor. Tanıdığım aziz dostlarıma telefon etmeye bile ürküyorum. Oysa onlar bir sese ne çok gereksinim duyarlar, ne çok bir teselli olsun beklentisi içindedirler. O şiddetli anın sarsıntısını her an yaşadıklarından bir an olsun için kendilerinden biraz uzaklaşabilseler… İsimlerini bir bir ansam bunlar benim tanıdıklarım, ya tanımadıklarım ve bilmediklerim. Tanıdığım Zeynep’in öyküsünü yazmak istedim, yazamıyorum, elim varmıyor. Birkaç kez yeltendim ruhum bana isyan etti. Tanıdığım bildiğim Zeynep kızımız. Binlerce Zeynep, Mehmet, anneler, babalar, dedeler. Zeynep’in dedesi gözlerimin önünde hâlâ. O nur yüzlü, o acılar içinde acılar yaşamış insan. Onlar ve benzerleri hep birlikte bu dünyadan çekip gittiler. Gittiler ama gitmeyenler parsa devşirme telâşındadırlar. Kendi saltanatlarının derdindedirler. Bu acılar kimi yüreğinden yakalar da yaralar bilinmez. Zaman gösterir, bunu biliriz.