Şehirlerde yaşama oranı artıyor. Belki buna şehirleşme de
denebilir. Politikacılarımızın pek sevdiği oranlar bunlar ve bunların artması
da bir bakıma kalkınma ve gelişme emaresi olarak görülüyor. Kırsal nüfus ne
kadar azalırsa ve şehirli nüfus ne kadar artarsa, memleket o derece kalkınacak,
gelişecek ve tabii bunun pastasını da bu işi başaran(!), çağ atlatan(!)
politikacı yiyecek. Hem de her fırsatta başımıza kakmaktan zerre çekinmeden
yapacak bunu.
Böyle bir kalkınma ölçütü, bir bakıma satılan çamaşır
makinesine, buzdolabına, cep telefonuna bakarak, herkesin altına araba çekmesi
gözleminden hareket ederek bir çıkarım yapmaktan farksız. Bir zamanlar apartmanların
sayısı ve çok katlılığı üzerinden yürütülen bu akıl yürütme, şimdi de yeni
konut projeleri, yeni AVM ler, yeni gökdelenler, yeni rezidanslarla
yürütülüyor. Bir nevi bir kibirlenme ve böbürlenmeye dönüşen, akılla ve
mantıkla bağdaşmayan bir kendi kendine tatmin ritüeli yürüyor aslında.
Saçma sapan bir aşağılık kompleksinin ürünü olarak
yabancı isimlerle süslenmiş(!) siteler, yeni yaşam alanları olarak insanlara
dayatılıyor. Düşünün garabeti; İstanbul gibi binlerce yıllık bir tarihe ve
kültürel mirasa sahip bir şehirde Venedik temalı ve isimli proje yapılıyor ve
dahi satılıyor. Tersi mümkün olabilir mi bunun Yani, İtalya da, Fransa da veya
İngiltere de, hem de dünyaca ünlü bir şehirde, bir başka ülkenin bir şehrini
merkeze koyan ve kendi şehrini Dubai mertebesine indirgeyen bir işe girişilir
mi hiç Bu bilinçsizlik ve ne oldum delisi haller, tam da bizi yansıtıyor. Bizi
ve son dönemlerdeki şaşkınlığımızı, kafa karışıklığımızı.
Aynı şaşkınlık ve kafa karışıklığı, birkaç sene önce
İstanbul a (yanlış okumadınız, İstanbul a) simge arayışlarına giren belediye
tarafından da sergilenmişti. Marmara Denizi ndeki bir adaya 110 metrelik dev
bir semazen heykelinden tutun da daha birçok saçmalık, İstanbul a simge
olarak inşa edilecekti fırsat bulunsa. Binlerce yıllık tarihi mirasa ve
yüzlerce esere sahip olan İstanbul da simge olacak hiçbir şey yoktu ya zaten,
ondan dolayı arayışa girişilmişti!
Misal, Haydarpaşa Garı gibi muazzam güzellikteki bir
eseri otele dönüştürebilme fikri ciddi ciddi ortaya atılabildi. Avrupa daki en
sıradan şehir bile bir müze gibi tüm hatlarıyla korunurken, elimizdeki
değerleri hiç etme gayretimiz takdire şayan! Aynı şekilde, Gezi Parkı nı halkın
kullanabileceği güvenlikli ve bakımlı bir parka dönüştürmek yerine AVM yapma
ısrarı da benzer zihnin ürünü.
Tarihten devralınan kimlik ve dokusunun öldürülmesi
yetmezmiş gibi şehrin üzerine geçirilmeye çalışılan temelsiz modernist elbise
de, git gide bir deli gömleği ne dönüşüyor. Göçle birlikte değişime uğrayan ve
bozulmaya başlayan şehir kimliği, giderek insanı daha da yalnızlaştıran ve
insani ilişkileri öldüren bir yöne doğru gidiyor. Önceleri apartman kültürüne
yenik düşmeyen komşuluk gibi ilişkiler, şimdilerin toplu konuttan site ve
rezidansa evrilen yeni yapısında tam bir yozlaşmayı işaret ediyor. Kapı
komşusunu tanımayan, kimseye güven(e)meyen insanlar olarak teyakkuzda ve
huzursuzca yaşıyoruz artık. Selam yok, sabah yok, herkes kapıdan içeri atabilme
derdinde kendini.
Bu değişen insani durum (ki bunda neoliberal ekonominin
dayattığı benmerkezci ve çıkarcı zihniyetin de payı var), insan yerleşimlerine
de yansıyor. Kale burçları gibi yüksek duvarların, güvenlikli sitelerin içine
hapsolmuş insanlar, kendilerini ancak bu şekilde güven de hissedebiliyor. Had
safhada telaş, had safhada huzursuzluk, had safhada tedbirle gelen bir güven
hali!
Aslına bakılırsa komşuluğun ölmesi bile bir şehircilik
sorunudur. Daha doğrusu bir şehircilik anlayışının, insanı merkeze koyan bir
mimari bakışın ortaya konmamasının da sonucudur. Şehrin kuzeyine kurulması
düşünülen 1 milyonluk şehirler, Anadolu dan yeni nüfus hareketlerini
tetikleyecek birçok yatırımın, harcamanın İstanbul a kanalize edilmesi vs,
bütün bunlar bu tarihi şehrin bağrına saplanan hançerlerdir. Çılgın proje ,
Olağanüstü yatırım vs diye başımıza kakılan birçok şey, güzelim şehri kendisi
olmaktan çıkarıp bir rant yatağına çevirmektir sadece. Canına okuduğumuz şehrin
üstüne bir de tüy dikmişiz çok mu!