Sanat kısa bir ifadeyle insanlara huzur veren, estetik
biçim fikir ve duyguların bir sonucudur. Sanatın soyut mu yoksa somut mu
olacağı ise sanatçıya kalmıştır.
Sanata ve sanatçıya iyi bir gözle bakılır. Üretilen eser
insanı rahatlatır ve haz verir. Fakat sanat ve sanatçı geçmişten bugüne kadar
hep tartışıla gelmiştir. Tartışılmasının nedeni de sanata ve sanatçıya bakış
nedeniyledir.
Sanatta bakışta bir kargaşa yaşanmaktadır. Sanata bakışta
değerler, anlayış ve çatışmalar nedeniyle iyiyi güzelden güzeli çirkinden
ayırmak neredeyse zorlaşır hale gelmiştir. Bunun nedenine bakıldığında
insanlarımızın kimlik arayışında bocalamaları görülebilir. İnsanların önüne
sürülen ve çeşitli tesir güçleri vasıtasıyla enjekte edilen fikirler veya
eserleri kabullenmek karşısında sanata bakışı da etkilemektedir. Yani hür
iradeden çok, yönlendirici güçlerin tesiriyle düşünmek ve sevmek!
Bir sanat eserini sadece zevk vasıtası olarak görmek,
onun değerini, insanda uyandırdığı estetik zevk ve heyecandan ibaret saymak,
sanatın gücünü anlayamamak yahut bu gücü küçümsemek anlamına gelir.
Her sanatçının, bize sanatında zevkten başka vereceği bir
şeyler de olmalıdır. Çünkü sanata sadece bizlere vereceği zevk olarak bakıldığında
bu yüksek seviyede bir zevk olamaz. Sanat bizlere, ifade edemediğimiz ve
göremediğimiz, şuur zevkimizi yükseltici ve hassasiyetimizi artıran iyi, güzel
fikir ve duygular uyandırmalıdır.
İnsanlar üzerinde derin tesirler meydana getiren eserler
estetik tarafı da mükemmel olan eserlerdir. Sanat eserinde bizce sanat unsuru
ağır basmalıdır ki, okunsun, sevilsin, tesirli olabilsin.
Sanat bizi avutan,boş zamanımızı meşgul eden, büyüleyen
bir güç değil, aksine uyaran, harekete geçiren, ufkumuzu genişleten, hayata
geniş bir açıdan ve daha manalı olarak bakabilmemizi sağlayan büyük bir güç
olmalıdır.
Sanat ve tezat kendi düşüncesini içinde taşır. Sanatın
tezatlıkları barındırması sanatçının nerede durduğuna, bakışına ve duyuşuna
bağlıdır. Doğulu bir sanatçı ile Batılı bir sanatçı arasındaki fark da burada
zuhur eder. Zira Batı sanatında somut ifadeler kendini bulur. Batı kendi
felsefesinden güç alır. Dolayısıyla Batının inandığı Tanrı veya Tanrılar kendi
sınırlarını belirler. Doğu sadece somut olan her şeyden münezzeh olan bir
Allah’a inanır bu nedenle de sanatı soyuttur. Batı sanatının somut olmasının
nedeni de yerine göre Tanrı’nın bir insan olarak algılanması, inanılmasıdır.
Prof.Dr. Nusret Çam bu konuda, “Biz soyut bir varlık olan Allah’a inanıyoruz.
Yani gözle görülebilen bir Tanrı yok bizim inancımızda. Budistlere bakıyorsunuz
Tanrı bir insan. Eski Yunanlılara bakıyorsunuz, insandan ilahları var.
İlahlaşmış insanlar, insanîleşmiş ilahlar. Çok şeklî düşünen insanlar.
Hristiyanlara bakıyorsunuz, onlar da Hz. İsa’yı, beşer olan Hz. İsa’yı
ilahlaştırmışlar ve Tanrıyı bu şekilde düşünmüşler. Bu bakımdan onların
sanatlarının soyut olmaması gayet normal. Figüre yönelmeleri tabiidir. Bizim
tanrı inancımızda böyle bir şey yoktur. Bizim Allah inancımız mücerrettir. Somut
değildir. Dolayısıyla biz almışız bir gülü, soyutlaştırmışız” demektedir. Fakat
biz de sanat Selçuklu ve Osmanlı’da ihtişamını yaşamasına rağmen bu sanat devam
edememiş gerilemiş ve sonunda bitme noktasına gelmiştir.
Bizde sanatın yükselebilmesi için medeniyetlerin
yaşandığı şehirlerin o estetiği yakalaması gerekir. Yani dünün medeniyetini
taşıyan şehirlerin silkinmesi ve kendine gelmesi elzemdir. Zira bu alanlarda
sorumluluklarda da çok önemli ve büyük bir paya sahiptir. Zira taşrada,
varoşlarda, kırsal kesimlerde, steplerde sanat ne gelişir ne de ilerler.
Taşrada yaşayan yazarlar ve sanatçıların kendi eksenini aştıkları ne vakit
görülmüştür ki