Atamız Osmanlı, Lale devrinin şiir üstadı Nedim in ifade
ettiği gibi bir tek taşı dünyadaki tüm şehirlere bedel olan bu şehirde, kış ayı
yaklaşıp da hastalanmalarından dolayı sıcak bölgelere göç edemeyen leyleklerin
kış mevsimini rahatça geçirmeleri için Kasımpaşa semtine bir Leylek hastanesi
yaptırmış. Bu ne harikulade bir hareket. Hasta olup da beslenemeyen kediler
için Kedilere Ciğer Verme Vakfı , yerdeki tükürükleri kireçle dezenfekte etmek
için Sıhhat ve Temizlik Vakfı , konaklarda çalışan hizmetçilerin kırdıkları
eşyaların ücretlerini karşılamak için bir Tanzim Vakfı her sokağa tahsis
edilen iki doktorun ücretini karşılamak için kurulan Hekim Vakfı gibi bugün
hiç kimsenin aklına gelmeyecek kadar ufukların ötesinde vakıflar kurulmuştur.
Yoksullara alan el olmanın utanç ve ezikliğini
yaşatmamak için, gayet zarif yardım şekilleri geliştirmiştir. Böylece alan el
hicaptan, veren el de gurur ve riyadan korunmuştur. Yani, her türlü tebrik ve
takdire layık yardımlaşma vasıtalarından birisi, hatta bir bakıma birincisi,
Sadaka Taşları dır.
Hicri 1434 senesinin huzur ve maneviyat kokan Ramazan
iklimine kısmetse yarın giriyoruz. Bu hafta, siyasi tarih yazmak yerine huzur
ve sükûnetle birlikte anılan bu manevi havaya uygun bir yazı yazmak istedim ve
kendimi İstanbul un tarihle yunmuş yıkanmış sokaklarına attım. Camiler,
çeşmeler, sebiller, vakıflar, hanlar, hamamlar, imaretler, külliyeler,
tâbhaneler, şifahaneler, dâr üzziyafeler, medreseler, kütüphaneler,
yetimhaneler, dâr ülacezeler, binbir nakışla duvarlara örülen kuş evleri ve
daha nice sanat harikaları ile bir dantel gibi örmüş güzel ceddimiz bu şehri
Bu şehirde, bu şehri cennetten bir köşe haline getiren Osmanlı medeniyeti,
aklın havsalanın almadığı güzellikleri insanlığa hediye etmiş. Kelimelerin yetersiz
kaldığı aklın ve idrakin anlayamamasından mütevellit yanmaya mahkum olduğu
güzelliklerden bahsediyorum. Atamız Osmanlı, Lale devrinin şiir üstadı Nedim in
ifade ettiği gibi bir tek taşı dünyadaki tüm şehirlere bedel olan bu şehirde,
kış ayı yaklaşıp da hastalanmalarından dolayı sıcak bölgelere göç edemeyen
leyleklerin kış mevsimini rahatça geçirmeleri için Kasımpaşa semtine bir Leylek
hastanesi yaptırmış. Bu ne harikulade bir hareket. Hasta olup da beslenemeyen
kediler için Kedilere Ciğer Verme Vakfı , yerdeki tükürükleri kireçle
dezenfekte etmek için Sıhhat ve Temizlik Vakfı , konaklarda çalışan
hizmetçilerin kırdıkları eşyaların ücretlerini karşılamak için bir Tanzim
Vakfı her sokağa tahsis edilen iki doktorun ücretini karşılamak için kurulan Hekim
Vakfı gibi bugün hiç kimsenin aklına gelmeyecek kadar ufukların ötesinde
vakıflar kurulmuştur. Başta İstanbul olmak üzere tüm Osmanlı coğrafyasını
süsleyen muhteşem ötesi bu eserlere bilhassa çeşmelere ve vakıf duvarlarına
bitişik ilk bakıldığında pek de fark edilmeyen, göz ardı edilmiş ve teferruat
kabilinden görülen bir takım taşlar bulunmaktadır cami ve çeşme önlerinde.
Bilmeyenler ve şuursuzca önlerinden geçenler için sadece basit bir taş olan bu
taşlar, esasında dünya kurulalı beri ne kadar medeniyet meydana getirilmişse
hepsine bedel, hepsine değer bir zarafet ve ince tefekkürün eserleridir. Zira
bu taşlar, Sadaka Taşları ve Hamal Taşları dır.
İslam düşünce ve inanç sisteminin bir esası olan sosyal
yardımlaşma ve dayanışmanın en güzel örneklerini ifade eden Sadaka Taşları ,
din ve mezhep ayrımı yapmaksızın insan gurur ve haysiyetinin kırılmadan
üzülmeden yardım almasını sağlayan dünyanın en eski yardımlaşma sistemlerinden
biridir. Bu öyle bir yardımlaşma şeklidir ki, ne alan vereni, ne de veren alanı
görmemektedir, bilmemektedir. Zira yardım etmek isteyen kişi belirli yerlerde
olan taşların ortasındaki deliklere parayı özellikle geceleri yani hava
karardıktan sonra kimsenin görmediği bir anda bırakır ve gider. Yardıma muhtaç
olan kişi ise gelir ve oraya kendisinin alması için bırakılan parayı alır. İşin
gururdan göz yaşartacak kadar güzel olan tarafı ise şudur ki; yardıma muhtaç
olan fakir, o taşın ortasındaki delikte biriken paranın tamamını değil sadece
ihtiyacı olan kadarı alırmış. Hatta aldığı parayı harcadıktan sonra artan
kısmını da geri getirip aynı taşa bırakan fakirlerin varlığını bizzat gözleri
ile bu muhteşem sahneye şahit olan Avrupalı seyyahların hatıralarından işte bu
bizim atamız dercesine göğsümüz kabararak okuyoruz.
Sadaka Taşları, Osmanlı İmparatorluğu nun hakim olduğu
coğrafyada hemen hemen her adımda, her sokağın girişinde, her cami avlusunda
bulunmaktadır. Çeşitli bölgelerde, Zekat Taşı , Zekat Kuyusu , Hacet Taşı ,
Hayrat Deliği gibi isimlerle de anılmaktadırlar. Kur an-ı Kerim de bulunan
sosyal yardımlaşma ve İnfakla ilgili ayetler ve gözümüzün, gönlümüzün,
hayatımızın nuru Resulûllah tan aktarılan hadisler dolayısıyla Osmanlı
kültüründe sadakaya, malı dağıtmaya, Bittim diyene Yettim demeye çok önem
verilmiş ve sosyal dengenin en önemli unsuru olarak görülmüştür. Bu durum tabi
ki ve elbette Osmanlı cemiyet hayatına, çalmanın, çırpmanın, hırsızlığın çok
geç tarihlerde girmesini sağlamıştır. Sadaka taşları kısaca, sadakanın riyaya,
gösterişe, enaniyete, kibre kaçmadan ve verilen kişiyi incitmeden verilmesi
gerekliliğinin şehir kültüründeki yansıması olarak görülmektedir.
Osmanlı medeniyetini inşâ eden o muhteşem yapı, iffet ve
hayâsından dolayı fakirliğini gizleyenler; ihtiyaçlarını kimseye açamayanlar
için, ince ve farklı bir şekilde destek ve himaye metotları bulmuştur.
Yoksullara alan el olmanın utanç ve ezikliğini yaşatmamak için, gayet zarif
yardım şekilleri geliştirmiştir. Böylece alan el hicaptan, veren el de
gurur ve riyadan korunmuştur. Yani, her türlü tebrik ve takdire layık
yardımlaşma vasıtalarından birisi, hatta bir bakıma birincisi, Sadaka
Taşları dır.
Yalnızlığa Terk Edilen Taşlar
Günümüzde, bu çağın insanına insanlık dersi veren Sadaka
Taşları nın büyük bir kısmı, kendi hallerine terk edilmiş, asfalta gömülmüş,
kırılmış, belediye faaliyetleri, istimlâkler, yol genişletme, meydan açma,
kaldırım çalışmaları esnasında ya bir kenara yan yatırılıp veya ters yüz edilip
hayattan itilmişler ya da tamamen yok olarak unutulmaya, bilinmemeye mahkûm
edilmişlerdir.
Bu hadiseye Belediyeler açısından bakacak olursak,
kullanılmadıkları için neye yaradıkları bilinmediğinden kıymeti ve görevi idrak
edilemeyen bu fazilet abidesi taşlarımızdan mevcut olanlarının koruma altına
alınması, adının ve görevinin bir etiketle belirtilmesi; yeni nesillere
tanıtılması gerçekten takdire şayan bir hizmet olacaktır.
Hamal Taşları
Avrupalı oryantalistlerin ve yerli tarih bilmezlerin
zihin dünyasında en az Sadaka Taşları kadar hayret ve hayranlık uyandıran bir
başka taş çeşidi de şadırvan ve çeşme kenarlarında bulunan Hamal Taşları dır
ki bu taşlar, benim ve sizin atanız olan Osmanlı milletinin insanlık noktasında
tırmandığı zirvenin ipuçlarını vermektedir. Sırtındaki yük dolu küfe ile bir
çeşmenin önünden geçerken su içmek için yere eğilip küfeyi bırakmasın, beli
incinmesin diye yükseklikleri ortalama 130 ile 150 santim arasında değişen ve
çeşme kenarlarında bulunan bu taşlar da tıpkı sadaka taşları gibi yanlarından
geçen insanların anlamsız bakışları arasında kendilerini fark edecek nesli
beklemektedir.
Bugün bile hemen hemen her köşe başında karşımıza çıkan
ve eski olma özelliğine sahip pek çok şadırvanın veya çeşmenin hemen
kenarlarında yuvarlak ya da dörtgen mermer çıkıntılar görürüz. Nedir bunlar
diye hiç merak ettik mi Galiba hayır Halbuki bu taşlar, ceddimiz tarafından o bölgeden geçen ve yük
taşıyan hamallar düşünülerek namaz vakti geldiğinde veya susadığında su içmek
maksadıyla sırtındaki yük dolu küfeyi bırakmak için yerlere kadar eğilmesin,
belini incitmesin diye yapılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu nun bütün insanlık
hafızasına hediye ettiği bu taşlar sadece yük taşıyan insanların hayatlarını
daha kolaylaştırmak içindir. Ne hoş bir estetik duygusu
Şimdi soru sormanın vakti geldi;
Bu denli sosyal adalet ve İnsanı yaşat ki devlet yaşasın
mantığından yola çıkarak oluşturulan insan merkezli hayat felsefesi, hangi
coğrafi bölgede kimler tarafından kurulan hangi medeniyette yaşandı ve bu
noktada eserler verildi Kapitalist zihniyetle sömürmeyi, bitirmeyi, tüketmeyi,
kendinden başkasına hayat hakkı tanımamayı meziyet sayan materyalist Avrupa
zihniyeti ile bu durum tarifi mümkün olmayan bir ahmaklıktır. Zaten Avrupa nın
cins kafası Montaigne Denemeler isimli eserinde; insanı ve toprağı sömürmek
yerine yatırım yapmasından dolayı Osmanlı millet ve anlayışına Ahmaklar
dememiş midir
Gurur duymamız gereken hassasiyet ve insanlığa sahip bir
ataya sahip olduğumuz için Allah a şükretmeliyiz. Son olarak, üç imparatorluğa
başkentlik yapmış ve peygamber müjdesine muhatap olmuş bu mübarek şehrin
sokaklarında gezerken gözleri yaşartan, tüyleri diken diken eden başka bir
şaheserle karşı kaşıya kaldım. Fatih te bulunan Sanki Yedim Camii
Fatih Sinanağa Mahallesi nde bulunan caminin nefis
terbiyesi açısından harikulade bir hikayesi mevcuttur. 1600 lü yıllarda yaşayan Keçeci Hayreddin ve
yahut Adanalı Şakir efendi, canı bir şey yemek istediğinde o yiyeceğin fiyatını
sorar ve satıcıdan öğrendiği miktarı sanki yedim diyerek istediği yiyeceği
almaz ve paralarını biriktirir. Zamanla biriken paralardan da bu camii inşa
edilmiştir. Günümüzden takribi 350 yıl önce yapıldığı varsayılan Sanki Yedim
Camii, I. Dünya Harbi nden kısa bir süre önceki Fatih Yangınında ağır bir
tahribata uğramış, 50 sene yıkık bir halde kaldıktan sonra, 1959 1960 tarihlerinde
halkın gayretleriyle ihya edilmiştir. İşte biz, sadaka taşları ile, hamal
taşları ile, kapitalist dünyanın aklına bile getiremeyeceği birbirinden ilginç,
birbirinden güzel vakıfları ile, nefisten arttırılan paralarla yapılan camileri
ile muhteşem bir mazinin kökünden kopartılmış ne yapacağını bilmeyen şaşkın
torunlarıyız. Selam olsun sırat-ı müstakimde ilerlemeyi kendine şiar edinen o
beklenen nesle...