"Sudan’daki çatışmalar, bölgesel aktörlerin jeopolitik hesaplarını ve çıkarlarını doğrudan etkilemektedir. Diğer yandan dış güçlerin askeri, siyasi veya diplomatik olarak bir tarafı desteklemesi ise çatışmaların seyrini belirgin şekilde değiştirmektedir."
Sudan’da 2019’daki darbenin ardından başlayan istikrarsızlık, ordu ile paramiliter Hızlı Destek Güçleri (RSF) arasındaki çatışmalarla derinleşti. Bu mücadele, yalnızca iç dinamiklerle sınırlı değil; Mısır, Eritre ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi bölgesel güçlerin doğrudan etkisi altında. Peki, bu aktörler RSF’ye nasıl destek sağlıyor ve bu durum bölgesel jeopolitik dengeleri nasıl şekillendiriyor? USKAM Röportaj serisinin 47'incisinde gazeteci Ahmed Osama Satti* ile Sudan’daki krizi ve dış müdahaleleri ele alıyoruz.
Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir’in 30 yıllık iktidarının ardından 11 Nisan 2019 tarihinde askeri bir darbeyle devrilmesinden bu yana Sudan’da istikrar sağlanabilmiş değil. Bu bağlamda, Egemenlik Konseyi Başkanı ve Sudan Silahlı Kuvvetleri Komutanı General Abdülfettah el-Burhan ile Himidti olarak bilinen Mohamed Hamdan Dagalo liderliğindeki paramiliter Hızlı Destek Güçleri (RSF) arasındaki çatışma şiddetlenerek devam ediyor.
Abdülfettah el-Burhan hem Birleşmiş Milletler’de hem de diğer uluslararası forumlarda bölge ülkelerinin RSF’ye finansman, silah ve paralı asker sağladığını belirtti. Burhan’ın en önemli müttefiki Mısır. Burhan’ın bir diğer destekçisi ise Eritre. Sudanlı kaynaklar, analistler ve diplomatlar Himidti’nin son yıllardaki en önemli müttefikinin Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olduğunu söylüyor. Hatta BAE’nin müdahil olduğu Libya ve Yemen gibi ülkelerdeki çatışmalarda RSF’den silahlı destek aldığı da iddia ediliyor. Bu bağlamda size iki soru sormak istiyoruz.
1. Abdülfettah el-Burhan liderliğindeki Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Hemetti liderliğindeki RSF arasındaki güç mücadelesi Mısır, Eritre ve BAE gibi bölgesel aktörlerin jeopolitik çıkarlarını nasıl etkiliyor ve bu ülkeler Sudan’daki çatışmayı nasıl etkiliyor?
Sudan’da 15 Nisan 2023’te başlayan çatışmalarda dış aktörlerin rolleri açıkça görülmektedir. Ancak bazı müttefik ülkelerin Sudan meselesine dair farklı görüşlere sahip olduğunu da görmekteyiz. Örneğin, müttefik konumundaki Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Sudan konusunda birbirine zıt tutumlar sergilemektedir. Sudan hükümeti, Mısır’ı müttefik olarak kabul ederken BAE’yi düşman olarak görmekte ve bu durumu her platformda dile getirmektedir. Hatta Sudan, BAE’yi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) şikayet etmiştir.
Mısır, General Abdulfettah el-Burhan ve Sudan ordusunu destekleyerek güney sınırlarının güvenliğini sağlama amacı gütmektedir. Ayrıca, Nil Nehri'nin su kaynakları konusunda Sudan ile iş birliğini sürdürmek istemektedir. Nil Nehri, Mısır için hayati öneme sahip bir su kaynağıdır ve bu nedenle Sudan’da istikrarlı bir hükümetin varlığı, Mısır’ın su güvenliği ve ekonomik çıkarları açısından kritik bir rol oynamaktadır.
Öte yandan, BAE’nin Hızlı Destek Kuvvetleri’ni (RSF) desteklemesi, Sudan’da kendi nüfuzunu artırma ve ülkenin kaynaklarından faydalanma çabası olarak değerlendirilmektedir. BAE’nin Sudan’a ilgisinin bir diğer nedeni, Sudan’ın Kızıldeniz kıyısındaki stratejik konumudur.
Bu bağlamda Sudan ile BAE arasındaki anlaşmazlıkların çözümüne yönelik Türkiye'nin girişimi, Türkiye’nin bölgesel istikrarı sağlama ve etkin bir aktör olma hedefinin somut bir yansımasıdır.
Sudan hükümeti, farklı ülkelerden savaşçıların RSF’nin yanında savaştığı iddiasını defalarca dile getirmiştir. Afrika ülkelerinin yanı sıra çeşitli milletlerden unsurların, para karşılığında bu çatışmalara katıldığı sürekli gündeme taşınmıştır. Hatta ve hatta denizler ötesinden Kolombiya vatandaşlarının RSF saflarında savaştığı tespit edilmiş; bu durum üzerine Kolombiya Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı, Sudan hükümetine resmi özür iletmiştir.
Ayrıca bu tür iddiaların artması, BAE başta olmak üzere bu ülkelerin uluslararası arenada imajına zarar verebilir ve bu ülkelerin dış politikadaki meşruiyetini sorgulatabilir.
Sonuç olarak, Sudan’daki çatışmalar, bölgesel aktörlerin jeopolitik hesaplarını ve çıkarlarını doğrudan etkilemektedir. Diğer yandan dış güçlerin askeri, siyasi veya diplomatik olarak bir tarafı desteklemesi ise çatışmaların seyrini belirgin şekilde değiştirmektedir.
2. BAE’nin RSF ile ilişkisinin ve RSF paralı askerlerinin Libya ve Yemen gibi bölgesel çatışma bölgelerinde işe alındığı iddiasının sonuçları nelerdir ve bu durum uluslararası hukuk ve diplomasi açısından nasıl değerlendirilmelidir?
Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF), Sudan devletinin resmi bir kurumu olarak, devrik Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir döneminde Körfez ülkeleriyle kurulan yakın ilişkiler çerçevesinde Yemen’e gönderilmişti. O dönemde RSF’nin doğrudan orduya değil, Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir’e bağlı olduğu belirtiliyor. 2019 yılında gerçekleşen devrim ve Beşir’in iktidardan düşmesinin ardından, RSF ile Sudan ordusu arasında geçici bir anlaşma sağlanmış gibi görünse de iki güç arasında derin anlaşmazlıkların devam ettiği görülüyor.
Özellikle Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE), RSF ile doğrudan anlaşmalar yaparak Yemen ve Libya’daki çatışmalarda ortak hareket ettiği yönünde iddialar bulunuyor. Bu iş birliğinin, iki tarafın çıkarlarının örtüşmesinden kaynaklandığı ve bu nedenle devam ettiği öne sürülüyor.
BAE’nin Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF) ile ilişkisi ve RSF paralı askerlerinin Libya ve Yemen gibi bölgesel çatışma bölgelerinde kullanıldığı iddiaları, hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu durum, uluslararası hukuk ve diplomasi açısından da çeşitli tartışmalara yol açmaktadır.
RSF gibi devlet dışı aktörlerin bölgesel çatışmalarda kullanılması, uluslararası hukukta devletlerin sorumluluğunu artıran bir unsurdur. BAE gibi devletlerin bu tür grupları desteklemesi, uluslararası hukukta “dolaylı sorumluluk” kavramını gündeme getiriyor.
BAE’nin RSF ile olan ilişkisi ve RSF’nin Libya ve Yemen gibi bölgelerde kullanılması, hem bölgesel istikrarı bozmuş hem de uluslararası hukuk ve diplomasi açısından ciddi sorunlar yaratmıştır. Bu durum, uluslararası toplumun daha etkin bir şekilde müdahale etmesini ve çok taraflı diplomasi süreçlerini hızlandırmasını gerektiriyor. Aksi takdirde, bölgedeki çatışmaların daha da derinleşmesi ve insani krizlerin artması kaçınılmaz görünüyor.
*Ahmed Osama Satti
Gazeteci, Anadolu Ajansı Serbest Muhabiri
Kaynak: USKAM