“Günümüzün en gelişmiş memleketleri bile geçmişte vatandaşlarının parasına el koymuşlardır ama Türkiye’nin en buhranlı anlarında bile halkın parasını zaptetmek gibisinden gayri ahlaki ve sistemi temelinden sarsacak bir teşebbüse kalkışılmamıştır.”
28.05.2018 tarihli Habertürk gazetesindeki “İhtilal Rusya’sında değil, Türkiye’deyiz! Bankadaki dövize el koymak bizde bilinmez” uzun başlıklı yazısında böyle diyordu Murat Bardakçı.
Dolardaki yükselmelerin akabinde kulaktan kulağa yayımına sürülen “Devlet dövizlerimizi alıp yerine Türk parası verecekmiş” dedikodusunun tahribatını önlemek gayeli bu savunma yazısında Sayın Murat Bardakçı “Vatandaşın parasının üzerine oturmak devletin aklından bile geçmemiştir” “Milletin parasını cebren almak yahut bankadaki paraları zaptetmek gibisinden işlere tevessül edilmemiştir” cümleleriyle gereksiz telaşı yatıştırmış ve çıkması istenen kargaşayı zamanında önlemiştir denilebilir.
Tarihin seyrindeki benzer olayların analizinin yapıldığı makale, “Ne ihtilal Fransa’sında, ne devrim Rusya’sında ne de başka bir memleketteyiz; Türkiye’deyiz ve Türkiye’de böyle bir adet hiç olmamıştır.”
Hükmüyle biterken, yazılanların tümüne gönül rahatlığıyla katılmamıza rağmen, itiraz değil ama küçük bir ayrıntının da tarihteki yerinin korunmasını isteriz.
O küçük ayrıntı vakti zamanında bize bu Değmesin Yağlı Boya sayfalarında “hikaye” olmuştu zira.
“O gün geldi nitekim. Kalktık giyindik. İlk defa milli olmanın heyecanı gibi bir his var içimizde. Kolay değil haddizatında. Tecrübemiz filan yok. Tarihte var böyle şeyler ama, biz ilk defa yapıyoruz. İhtilali yani. Onun için çok heyecanlıyız. Üstelik işin bir ucunda, milleti kurtarmak gibi bir durum var nitekim.
Bizim Şahin benden de heyecanlı. Ha bire soruyor, parmaklarıyla para sayar gibi yaparak, “Bankalardaki paralar ne olacak?” Kolay dedim. Onun da icabına bakarız. Sonra vazgeçtik tabi. Bunu bazıları, maaşlarını hesap ettirince vazgeçmişler diye yorumlamışlar. Kulağıma kadar geldi nitekim. Fakat işin aslı öyle değil tabi. O sırada Turgut uğramıştı. Ordan şöyle geçiyormuş. Sağolsun çocukluğundan beri her gördüğünde ellerimi öper. Çok saygılıdır bizim Turgut. O dedi ki bana. Aman milletin parasına karışmayın. Canlarını almanıza birşey demezler ama, paralarına göz koyan oldu mu, işler bozulur nitekim. Fakat dedi Turgut, onların elinden parayı almanın başka yolu var. Ben size öğretirim dedi. Adına enflasyon mu diyorlarmış ne? Sonra çok istifade ettik bu Turgut’tan. İlerde anlatacağım nitekim.”
İlk baskısını 1997 Haziran’ında yaptığımız “İhtilali Önleme Derneği” adlı kitabımızdaki “Bölük, Pörçük Evrensel Anılardan” başlıklı hikayemizin girişi böyle idi. Ki gazetedeki yayımı birkaç yıl önce olabilir.
12 Eylül bir Cuma günüydü 1980 yılında. Bildiriler yayınlanıyordu peşpeşe TRT radyo ve TV kanallarının haber saatlerinde. Emir kipi ifadeli o bildirilerden biri de banka hesapları ile ilgili ve o tek konu üzerineydi.
Bana, bu ihtilal pazartesi bitmiştir kanısına vardıran o bildiride, banka hesaplarına el konulduğu bildiriliyordu. Ayrıntı yok. Numarasını da ilk on bildirinin arasındadır diye hatırlıyorum.
Ne olduysa oldu, o bildiri pazar gününün öğleden sonrasında iptal edildi, hiç yapılmamış sayıldı.
Aslında olanlar belli idi. Hikayemizde de vurguladığımız gibi T.Özal’ın, K.Evren’le görüşmesinden sonra alınmıştı bu karar. T.Özal’a kurulacak hükumette başbakan yardımcılığı makamının bahşedilmesinin sebebi olarak görmüşüzdür biz bu ikna olayını. Sonrası malum. Önü açılan bir T.Özal ve ailesinin iktidarına hazırlanıyordu Türkiye.
T.Özal’ın o ikna olayı olmasa idi, sayın Murat Bardakçı bugün kullandığı olmamıştır, geçmemiştir, rastlanmamıştır gibi sıfatları değişik şekillerde mi yazardı bilemeyiz. Lakin çözümlemesinin yapılmasını istediğimiz mesele bu ihtimaller değil. Sayın Murat Bardakçı’nın da vurguladığı gibi Devlet bir şekilde ve daha pazartesi olmadan bu geleneğine aykırı durumu kesin düzeltirdi.
Bu olay, hani bu ihtilali “Bizim çocuklar” dediklerine yaptırmakla da ünlenenlerin T.Özal’ı pazarlama ve kazandırma operasyonu mu idi? Analizinin, tahlilinin, çözümlemesinin yapılıp gün ışığına çıkarılmasını istediğimiz mesele budur.
Devlet Bürokrasisinde T.Özal’dan daha tavizsiz ve daha ibadetine düşkün üst memurlar olmasına rağmen, yıllar önceden “Takunyalı” sıfatı özellikle ona verilerek, mütedeyyin tabanın peşinen sahiplenmesine gerekçe mi yapıldı? Hem o ünlü 24 Ocak kararları dolayısıyla “Sol” eğilimin bakışında bir sıcaklık yokken, ne olacaktı da T.Özal ihtilalcilere sempatik yapılacaktı?
12 Eylül tarihinde T.Özal Türkiye’de olmasa yahut müdahale edecek bir serbestlikte olmasa idi, Yani toplananlardan olsa idi ve bugün yapılması mümkün, o bildiri de yayınlandırılmazdı, yorumuna katılırken, yaşadığımız anlardaki her ayrıntının iyi incelenerek, iyi dersler almak mecburiyetimizi biz böyle hatırlatmak istedik; bir usta tarihci yazarın makalesinden ilham alarak..
Seçim sath-ı mailine girdiğimiz bu günlerde “proje insan” “proje parti” iddiaları sokaklarımızı tutmuşken, ders almadığımız tarihimizin proje örneklerinden T.Özal’ı iyi anlayan herkesin milletinin ittifakında bir adresi olacaktır. Yamaçta, eğik düzlemde yuvarlanıp kaybolmak istemeyen herkesin..
T.Özal’ın partisi adına imzalayarak ulaşabildiklerine gönderdiği bir mektup, yüzde 10’larda olan enflasyondan şikayetçi memur üstünden, yapılacak mücadelenin sözünü ihtiva ediyordu.
Ve sonrasında ardarda gelen yüksek enflasyonlu yıllar.. Milletimizin hafızasının dinamitlendiği, tahrip edildiği ve tedavisi için nesillerimizi feda edeceğimiz o yıllar.
“Tuvalet bir milyon lira idi” propagandası ile o proje isim ve partisinin ancak bugün gündem yapılması, acaba yeni “proje”lerin üstünü örtmek için mi, sorusunu düşürmeli akıllara. İnsanlarımızı banka önlerine düşürmeli değil.
Bildikleri yanıldıklarına yetmez
Bir yazar iddasını tartışacağız şimdi. Uçak yolcusu sınıfından yapılmasa da tv kuşu olarak atanan bir yazarın iddiasını..
“F.Gülen’in eline kalemi verseler, seni görevlendiriyoruz, bir seçim beyannamesi hazırla deseler…”
Ne olurmuş?
Seçime girecek muhalefet partilerin beyannameleri gibi olurmuş.
Böyle bir iddayı kim yapabilir?
F.Gülen’e, bir seçim beyannamesi hazırlasa’ya kadar cismen ve ruhen yakın biri..F.Gülen’in hangi gün hangi düşünceyi taşıyacağının frekanslarını daha önceleri çok isabetli tesbit etmiş biri..
“FETÖ’nün dillendirdiği ne kadar siyasi hedef ve beklenti varsa..” iddiasındaki yazar, desteklediği hükumetin yetkilileri, onlara “Ne istedilerse veriyorken” acaba nerede idi, ne yapıyordu?
Bu FETÖ uzmanlığı o iki aralık tarihinden sonra kazanılmış olamayacağına göre…
Bir Yassıada yaşanmışlığını şimdi bir daha hatırlamamızın yeridir.
Savcı Egesel, şeyh ünvanlı bir milletvekilini suçluyor: Meclis’teki o oylamada yoktu ama olsa idi, evet diyecekti. Şu oylamada da yoktu ama, bu oylamada da yoktu ama, olsaydı partisinin kararını onlaylayacaktı. Ben bunları iyi tanırım, iyi bilirim.
Suçlamalara ara verildiğinde hakim Başol sözü sanığa bırakır: Sen ne diyorsun?
Ben ne diyebilirim ki der o milletvekili. Sayın Savcı herşeyi biliyor. Şeyh benim ama keramet savcı beyde.
Hakim Başol o gün mahkeme salonundaki seyircilerin gülmesini yasaklamıştır.
İddiacı yazara dönelim.
“Küçük ortak Saadet’i de unutmayalım.”
Görüyor musunuz? Ankara saldırısından sonra açıklama yapan Hepyedek parti yetkilisinden dil almış. Küçük ortak diyor.
Başka ne diyor?
“Bilge Başkan diye pazarlanan zat” diyor aldığı edep eğitiminin gereği olarak. İşte o Bilge Başkan “FETÖ tarafından imal edilmiş ne kadar çer-çöp varsa, seçim programına doldurmuş.”
FETÖ’nün tüm imalatlarını, İmalatlarındaki çer-çöpleri,
O çer-çöpleri kimin kullandığını, bilme iddiasındaki bu uzman yazar, acaba neden hükumetine danışman olmuyor? Yoksa FETÖ malzemesinin hemen bitmesini istemiyorlar da birkaç seçim daha iftiralarında kullanmayı mı düşünüyorlar? En iyi bildikleri F.Gülen olduğuna göre..
Hitap şeklinin hastalıklı haline takılmıyoruz. Bir başka yazısında kullandığı sıfatları yazarsak demek istediklerimiz daha iyi anlaşılacaktır.
“Kripto çomar” dediği muhatabına sıraladığı diğer sıfatları da çocuklarımıza duyurmadan sayalım. “Sinsi destekçi, hırlayıcı, saga sola hırlayan, çemkiren, pis ağızlı bir adam..”
“Yumuşak konuş”manın öğütlendiği bir dinin mensubuna yakışır mı böyle yazmak? Yoksa bulunulan yer mi değiştiriyor insanlarımızı farkettirmeden..
Daha ne diyelim?
Bu kin, ancak özel eğitimle olur
Bir video paylaşılıyor sosyal medyada.
Bana da gönderdiler. Türk milleti zekidir, sözüne inat, yüzde altmışı aptaldır diyen bir yazara daha çok inanan insanlarımız. Bir nevi cevap ihtiyacını gidermek istemişler.
Birisi konuşuyor. Önünde masa, üzerinde mikrofon. Karşısında birileri var ama onlar kim ve sayıları ne kadar, belli değil. Bir konferans havası verilen bu konuşma, ses efektleriyle desteklenen bir mizansen de olabilir. Bu kanıya nerden vardığımızı yazımızın sonunda söyleyeceğiz.
Cümle cümle dinliyoruz.
“Geçenlerde George Washington Üniversitesi’nde bir Müslüman profesör iki yardımcısıyla birlikte 2016’da bir uluslararası araştırma yaptı.”
Geçenlerde yani 2016’da.
George Washington Üniversitesi’nde... Bu sağlam kaynak vurgusu, dinleyicileri hemen teslim alma niyetinin bir ürünü...
Bir Müslüman profesör... Amerika ama profesörleri Müslüman, emin, güvenilir...
“Araştırmanın konusu Kur’an’dan ahlâki kuralları çıkardılar. Adalet, sözünde sebat, iftira etmemek, yalan söylememek, vaadinden hulf etmemek, liyakat ve ehliyet...
Ve tüm dünya milletlerine resmi ve gayri resmi rakamlar üzerinden bir araştırma yaptılar. Kur’an ilkelerine uyan milletler ve bir puanlama yaptılar, sıralamaya dizdiler.”
Anlatımın di’li geçmiş zaman fiilleriyle yapılması, bende oradaydım intibaı vermenin ötesinde, bizde yanlış algılanan rivayet havasından çıkarmak ve kesinlik kazandırmak maksatlıdır.
Konuşmacı, o sıralamanın bir numarasında Suudi Arabistan çıktı, iki numarasında Türkiye çıktı, üç numarasında İran çıktı, diyor yüzünü en müstehzi haline büründürerek...
Seyirciyi de katıyor alay soytarılığına. “İnanmıyorsunuz değil mi?”
Bu konferans veya düzenleme bu ülkede yapıldığına göre, seyircilerin Suudi Arabistan ve İran’ı tanımadıklarını var sayarak soralım. Oradakilerin hepsi ülkesini sevmeyen bir özel seçim mi? Değilse neden gülsün aşağılanmasına?
Kur’ani ahlâk ilkelerine göre bir numarada İrlanda, iki numarada Yeni Zelanda ve sonrası Finlandiya, İsveç, Norveç, Danimarka diye devam edip gidiyormuş o araştırma sıralaması.
Halkımızın dilinde huzursuzluk çıkaran, özünden kopuk, manevi değerlere saldırmayı medenilik sayan, özenti, asimile, milletine uzak sıfatlarıyla tanımlanan “İçimizdeki İrlandalılar”ı meşrulaştırma hareketinin bir adımı olmasın bu sıralamadaki vurgunun sebebi.
Dahası, Finlandiya’yı örnek alanlar, İsveç’i, Norveç’i örnek alanlar, marka düşkünü Danimarkacılar gibi gruplaşmalar mı yapılmak isteniyor gençliğimiz arasında sorusunu, “Türkiye kaçıncı sırada biliyor musunuz?” Alayı, aşağılaması öyle bir manalandırıyor ki...
Konuşmacı, bir meddah... Demek ki meddahlık böyle yaşıyor. Ses tonunu, tavrını, yüz ifadesini görmek ve katlanmak tahammülün ötesinde ama, eğer orda dinleyiciler varsa, dikkatleri meddahlığa çekildiğinden mi itiraz etmiyorlar, anlamak zor.
103. sırayı gülüşmeler efekti ile söylerken, yükselmiş miyiz, sorusuna, hayır siz alçalmışsınız demesini duymak isterdim ordakilerin birinden.
Mizansen olabilir dememizin cevabını da böylece vermiş olduk. Zira bizim gençliğimiz orda olsa idi böyle bir video dolaşıma sokulamazdı.