Nureddin Mahmud Zengi… Çok büyük bir adam. Büyük adamların değeri ölünce anlaşılır deriz ya hani. Maalesef bu büyük adamın değeri hâlâ tam olarak anlaşılmış değil.

Nureddin, önceki yazımızda belirttiğimiz gibi İslam âleminin dağıldığı ve ümitlerini kaybettiği şaşkınlık devresinde bir güneş gibi doğdu. Zaten soylu bir aileden geliyordu. Dedesi Aksungur, Selçuklu devletinde vezirlik ve atabeylik makamında bulunuyordu. Sultan Alparslan ve özellikle de Melikşah dönemlerinde çok etkin bir mertebede idi. Babası İmameddin Zengi, Selçukluların dağılmasından sonra Musul atabeyi olarak kendi idaresini kurmuştu. Kısa zamanda Musul, Halep merkezli olarak Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de egemenlik alanı oluşturmuştu. Diğer beyler gibi kayıkçı kavgası yerine, kendine haçlılar ile mücadeleyi temel almıştı. Ve bu mücadelede Urfa’yı alarak, haçlılara karşı ilk başkaldırı ve zaferi elde etmiş oldu. Nureddin, işte böyle bir babanın evladı olarak ondan sonra Halep’te tahta geçti. Kısa zamanda dağılacak denilen devletini toparladı. Babasından devraldığı mücadele bayrağını çok daha ileri götürmeye kararlıydı.

İnsanlar, hedefleri kadar büyüktür. Hedef büyük ise büyük işler, küçük ise küçük işler yapılır. Nureddin, işin en başında kendisine şu 3 büyük hedefi koymuştu:

1- İslam birliği kurulacak ve cihad edilecek.

2- Kudüs ve işgal altındaki İslam toprakları kurtarılacak.

3- İstanbul fethedilecek.

Irak ve Suriye’nin kuzeyinde küçük bir alanda hakimiyet kurmuş bir Türkmen liderin, en büyük sultanlarda bile olmayan hedefleri işte bunlardı. Ufku ve azmi işte bu kadar büyüktü. Ve bu doğrultuda son nefesine kadar asla duraksamadan çok büyük bir azim ile mücadelesini gerçekleştirdi.

Nureddin, ilk olarak kendi devleti içinde birliği gerçekleştirdi. Farklı kolların hâkimiyetine son vererek merkezi bir devlet oluşturdu. O büyük ideallerini yanındaki tüm ekibine usta bir sanatçı gibi nakşetti. Aynı hedefe kilitlenmeyen yeterli sayıda bir ekip olmadan hedefe ulaşılamayacağını çok iyi biliyordu. Aynı zamanda etrafındaki tüm İslam devlet bey ve başkanları ile görüşmeler yaptı. İslam birliği kurmanın önemini, ulaşabildiği herkese anlatmaya çalıştı. Bu uğurda hiçbir zaman kibir göstermedi. Yeri geldiğinde siyasi olarak küçük bir liderin bile ayağına gidip anlatmaktan imtina etmedi. Diriliş ruhunu tüm İslam dünyasında oluşturmaya çalıştı. Ve bu konuda en büyük örnek ise tabii ki kendi şahsiyeti ve mücadelesi oldu. Nureddin’in mücadelesi büyüdükçe etrafında da yeterli sayıda bir ekip oluştu.

Kendi devletini sağlam bir temele oturttuktan sonra ileri atılmaya başladı. En büyük hedefi olan haçlılar ile mücadelede büyük başarılar elde etti. Haçlıları iç bölgelerden temizleyerek Doğu Akdeniz kıyı şeridine mahkûm etti. Kısa zamanda Güneydoğu Anadolu, Suriye, Irak ve Filistin’in bir kısmında egemenlik kurdu. Şimdi şaşkına dönme sırası haçlılar ve Batı dünyasında idi. Zillet içindeki İslam âlemi büyük bir adamın etrafında toplanmış ve düşmana karşı zaferden zafere koşuyordu. Zafer büyüdükçe birlik de büyüyordu. Nureddin, bu başarılardan sonra en büyük hedefi olan Kudüs için hazırlığı başlatmıştı. Kudüs’e giden yol Mısır’dan geçiyordu. Mısır ise o dönemde Şii-Batıni Fatımi devletinin elinde idi. Bu devletin varlığı İslam âlemini bölüp parçalayan bir durumdaydı. Hem düşmana karşı bir mücadelesi olmayan, hem İslam topraklarının orta yerinde birlik olmanın önünü tıkayan hem de Sünni dünyaya hem fikren hem de siyaseten büyük bir düşmanlığın içinde olarak zarar veren bir yapıdaydı. Bu sebeplerden dolayı bu yapının kesinlikle dağıtılması gerekiyordu. Peki bu en önemli ve zor görevi kim yapacaktı?

İşte şimdi tarihler yeni ve muazzam bir adamla tanışacaktı; Selahaddin-i Eyyubi…

Tanışmaları ve sadakatleri çok eskiye dayanan Eyyubi ailesinin bu iş için biçilmiş kaftan olacağını çok iyi biliyordu Nureddin. Doğduğu günden beri yanından hiç ayırmadığı, kişiliğini ve fikirlerini ilmek ilmek dokuduğu, kelimenin tam anlamıyla elinde büyüttüğü Selahaddin’i, amcası Şirkuh ile beraber Mısır seferine gönderdi. Şirkuh ve yeğeni Selahaddin Yusuf, Mısır’ı 3 sefer sonunda tamamen zapt ettiler. Böylece hem İslam birliğinin yolu tamamen açılmış oldu, hem İslam orduları artık Kudüs duvarlarına dayandı hem de İslam âlemi siyasi ve mezhebi olarak en büyük fitneden kurtarılmış oldu. Daha birkaç sene önce yenilmiş, yıkılmış, darmadağınık olmuş, ağır bir şok halinde ne yapacağını bilemeyen İslam toplumları, şimdi Nureddin’in önderliğinde birleşik bir halde zaferden zafere koşuyordu. Ve İslam orduları Kudüs kapılarına dayanmıştı.

Ancak tam bu mücadelenin ortasında emrihak vaki olmuş, Nureddin, bir boğaz iltihabı sonucu ruhunu teslim etmişti.

Arkasında ise yeniden göndere çekilmiş bir cihad bayrağı, yeniden kurulmuş bir İslam birliği ve Kudüs kapılarına dayanmış bir ordu bırakmıştı.