Nihat Genç’in vefatı üzerine kutsal topraklar diye bahsettiği Bosna üzerine yazdığı o müthiş yazı dizisini hatırlatmak istedim. Nihat Genç: Keskin bır bıçak gibi sert bir üslup. Üstelik bıçağın iki tarafı da kesiyor. Zarifoğlu’nun tabiriyle ifade edecek olursak: Fil yüreği gibi bir yürek... Anlaşamadığımız, belki de hiç anlaşamayacağımız bir adamla yüreğimizin aynı çarptığını hissetmek... Bu hissiyatın sebebini yıllar sonra yine kendi cümlelerinde bulmak:
‘‘Namazında niyazında bir adam değilim, ama gördüğüm her cami duvarına sırtımı verip oturdum, gördüğüm her Osmanlı kalesine koşarak çıktım, gördüğüm her Osmanlı sarıklı mezar taşlarına sarıldım, dokundum ve yanlarında bir müddet çömelip derin derin dertleştim.’’
Böyle bir adamdı Nihat Genç, rahmet olsun. Aynı yazı dizisinde Nihat olan adını tabutuna omuz verdiği Bosna’lı o küçük kız çocuğunun adı olan Nihada diye değiştirmek istediğini söylemişti. Biz seni hep böyle yâd edeceğiz. Ve kalbimize sapladığın o hançeri, o soruları hiç çıkarmayacağız:
‘‘Nihada bizi kim öldürdü? Sırplar mı? Dünyalılar mı? Birleşmiş Milletler mi? Avrupalılar mı?’’
Bİr Çocuk Yetiştir
Yaz etinliklerimiz başlamıştır. Ve gençlerin soruları hiç bitmiyordur:
Hocam sabaha kadar uyumayalım mı?
Hocam yine netenyahuya ok atacak mıyız?
Hocam markete gidelim mi ?
Hocam neden israili bombalamıyoruz?
Hocam at binme etkinliği ne zaman olacak?
Hocam yine kaleye geçecek misiniz ?
Hocam Doğu Turkistan neresi ?
- Hocam tüm bu anlattığınız şeyler nasıl olacak?
- Önce inanacağız gençler, sonra inancımızın gereğini yapacağız...
Bu diyalogdan sonra hemen hemen muhatap olduğum tüm gençlerin gözleri parlıyor. Bu diyalogdan sonra muhatap olduğum yetişkinlerin yüzde doksan dokuzu cümleye ama, fakat, lakin kelimeleri ile devam ediyor. Her şey kötüye gidiyor, öldük bittik, bu gençlikten bir şey olmaz diyenler, çektiği besmelenin ihlasından şüphe duyan, elini taşın altına koymaktan imtina eden BÜYÜKLERDİR! Biz hele o besmeleyi ihlâsla çekelim, biz hele kollarımızı aşkla sıvayalım, biz hele davamıza aşkla sarılalım, o besmelenin bereketi kendi yolunu açacaktır.
Sesini Yükselt
Üstat Nureddin Topçu din görevlilerini aşırı derecede tenkit edermiş. Neden bu denli tenkit ettiğini Bekir Topaloğlu bir dersinde kendisine sorunca şu cevabı alır:
" benim din adamlarımiz hakkında tenkit ettiğim şey, onların, insanlığı kurtarma yolunda hiç bir davasının olmayışıdır." Nureddin Topçu’nun din görevlisinden kastettiği imam hatipler ve din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleridir. Elbette her Müslüman kendi dininin görevlisidir. Lakin bu işten maişetini sağlayanlaradır Üstat Nurettin Topçu’nun öfkesi.
Tarihine Sahip Çık
Kadim yapıların arasında dolaştıkça daha iyi müşahede etme imkanı buluyoruz. İnsanlar neye kıymet veriyorlarsa onu süslüyorlar. Bizler ekseriyetle arabamızı, bedenimizi ve evimizi süslüyoruz. Eskiler daha çok ölüm ve ötesine dair ne varsa yahut ahirete yatırımlık ne varsa onu süslemişler. Bir medresenin kapısı, bir mezar taşı, bir camiinin minberi... Nakış nakış, ilmek ilmek eser bırakmış, zarafet ve estetik kelimesinin hakkını teslim etmişler. Kim bilir o estetik ve zarafetten nasibimize ne kadar düşer?
Bir Kitap Oku
2+1 mağaramızda altını çizdiğimiz dokunaklı satırlar. Bir kelimenin çaktığı kıvılcım, bir cümlenin yaktığı ateş, bir kitabın başlattığı yangın... İbrahim Paşalı’nın İstanbul Kriterlerini okuyunca bu hissiyata kapılmamak elde değil. Bu hissiyatı uyandıran diğer kitabı Entelektüellerin Hurafeleri kitabından işte aynı güzellikte bir iktibas: '' Bazı kitaplar yarıda bırakmak için, bazı yollar kaybolmak içindir. O kitabı yarıda bırakmazsan, o yolda kaybolmazsan bir yere varamayacaksın'' insanın içindeki yolu tamamlama aşkı nereden gelmektedir? Yolda olmak neden mutmain etmez kalbi?