Amerika Birleşik Devletleri uzun zamandır sadece ekonomik veya askerî değil, aynı zamanda ideolojik bir kuşatma altındaydı. Kennedy suikastından sonra ülke adeta Siyonist yapının görünmez ağlarıyla çevrildi. Medyadan finans sistemine, akademiden siyasete kadar birçok alan, tek bir ideolojik merkezin etkisi altına girdi. Amerika’da “Yahudi lobisine karşı söz söylemek” bir tür siyasi intihar olarak görülür hale geldi. Eleştiri değil, ima dahi cezalandırılıyordu.

Ancak bu mutlak hâkimiyetin çatırdadığına dair ilk işaret New York’taki belediye başkanlığı seçimlerinde geldi. Yalnızca yerel bir seçim gibi görünen bu sonuç aslında küresel dengeleri sarsacak kadar derin bir anlam taşıyor. Çünkü ilk kez Amerika’daki Siyonist hegemonyaya doğrudan meydan okuyan bir aday, üstelik New York gibi Yahudi nüfusunun en yoğun olduğu şehirde açık bir farkla kazandı.

Seçim Mühendisliği Çöktü

Küresel Siyonist çevreler, Mamdani’nin yükselişini durdurmak için alışılmış manipülasyonlara başvurdu. İlk anketlerde %1 civarında görünen Mamdani sürekli yükselince New York’taki güçlü Demokrat seçmen tabanını bölmek amacıyla, Demokrat Parti’nin önseçimlerinde Mamdani’ye yenilen eski vali Andrew Cuomo’yu bağımsız aday olarak sahaya sürdüler. Amaç açıktı. Mamdani’nin oylarını bölmek ve seçimi Cumhuriyetçi Curtis Sliwa’nın ya da sistemin tercih ettiği bağımsız adayın lehine çevirmek. Ancak bu girişim, beklenen sonucu vermedi. Tüm medya baskısına, sermaye desteğine ve kampanya manipülasyonlarına rağmen Mamdani sandıktan % 50,4 oyla açık ara birinci çıktı; Cuomo % 41,6’da, Sliwa ise % 7,1’de kaldı. Bu tablo, sadece bir seçimin değil bir paradigmanın değiştiğini gösteriyor olabilir. Çünkü New York gibi tarihsel olarak Siyonist lobilerin en güçlü olduğu şehirde bile seçmen artık korku ve baskı siyasetini tercih etmedi. 

Mamdani Fenomeni

New York seçimleri sürecinde en dikkat çekici olgulardan biri, küresel Siyonist çevrelerin ve onların medya aygıtlarının Mamdani’ye yönelik koordineli saldırılarıydı. Trump başta olmak üzere Elon Musk ve Netanyahu gibi isimler seçim kampanyası süresince, özellikle de son günlerde Mamdani’yi hedef alan açıklamalar yaptılar. Siyonist troller sürekli Mamdani’ye saldırdılar. Siyonistler onu “antisemitizmle flört eden” bir figür olarak sundular ve Mamdani bundan hiç rahatsız olmadı. Bu saldırılar beklenenin aksine ters tepti. Özellikle Filistin’de yaşanan yıkımın artık gizlenemez hale geldiği bir dönemde bu tür suçlamalar kamuoyunda inandırıcılığını yitirdi. Aksine her yeni saldırı Mamdani’yi daha da görünür ve meşru hale getirdi. Çünkü bu tepkiler onun sadece bir belediye başkan adayı değil, Amerika’da Siyonist söylemin mutlak hâkimiyetine karşı çıkan yeni bir politik bilincin sembolü olduğunu gösterdi. Saldırdıkça büyüyen bu direniş imajı Mamdani’yi yerel bir figür olmaktan çıkarıp küresel bir siyasal fenomene dönüştürdü.

Bir Dönemin Sonu Olabilir

Bu seçim süreci uzun zamandır “dokunulamaz” sanılan yapının sorgulanmaya başladığını gösteriyor. Filistin meselesine destek veren, Gazze’de yaşananlara karşı ses yükselten, üstelik bunu popülist bir hesapla değil inançla yapan bir siyasetçi tüm saldırılara rağmen geri adım atmadı. Kendisini “antisemit” ilan eden medya kampanyalarına rağmen Filistin eylemlerine katıldı, gözaltına alındı, hatta son kampanya videosunu Filistin bayrağının altında Arapça konuşarak yayımladı. Bu sembolik duruş Amerikan siyasetinde alışılmadık bir cesaret örneği olarak kayda geçti.

Anketlerde yüzde 1 bile gösterilmeyen bu isim kısa sürede büyük bir dalga yarattı. Solcu, liberal, bağımsız her kesimden tepki oylarını toplamayı başardı. Karşısındaki adaylar saldırılarını artırdıkça bu duruşun arkasındaki halk desteği daha da büyüdü. Çünkü mesele artık bir aday meselesi değil bir sistemin sorgulanması haline gelmişti.

Siyonist Hegemonyanın Çatırdayan Duvarları

New York, dünyada İsrail dışında en fazla Yahudi nüfusunun yaşadığı şehir. Dolayısıyla bu şehirde “Siyonizme karşı” bir adayın kazanması sadece politik bir sonuç değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik bir kırılmadır. Bu sonuç, on yıllardır Amerika siyasetini belirleyen güç merkezlerinin çözülmekte olduğuna işaret ediyor.

Siyonizmin küresel meşruiyeti artık yalnızca Ortadoğu’da değil, Batı’nın kalbinde de sorgulanıyor. Avrupa’da başlayan Filistin yanlısı eylemler Amerika’da uzun süre “marjinal” görülürken bugün ana akım tartışmaların merkezine yerleşmiş durumda. New York seçimi bu dönüşümün en güçlü kanıtıdır.

Bu sonuç, sadece bir yerel yönetim değişikliği değil, Amerika’nın siyasi bilinçaltında başlayan bir uyanışın göstergesidir. Uzun yıllar boyunca tek taraflı bilgiyle, tek merkezli söylemlerle şekillenen Amerikan kamuoyu artık Filistin gerçeğini görmeye başlıyor. Siyonist lobiye karşı eleştirilerin meşrulaşması ABD’nin dış politikadaki tek kutuplu anlayışını da sarsabilir.

Belki de bu seçim Kennedy suikastından bu yana Amerika’da Siyonist hegemonyanın ilk kez ciddi biçimde kırıldığı bir dönüm noktası olarak tarihe geçecek. Eğer bu siyasi cesaret korunabilir ve sistemin baskı mekanizmalarına direnebilirse New York seçiminden doğan bu rüzgâr Washington’a kadar ulaşabilir. Eğer mevcut çizgisini korur, sistemin baskılarına boyun eğmez ve halk nezdindeki bu güveni derinleştirirse Mamdani isminin birkaç yıl içinde Amerikan başkanlık yarışında da yer alması hiç de uzak bir ihtimal değildir.