Gazze’de imzalanan ateşkes uzun süren bir yıkımın ardından ortaya çıkan bir “barış” görüntüsüne neden oldu. Fakat bu görüntü sahadaki gerçeği değiştirmiyor. Çünkü savaşın başladığı günden bu yana akan kanı durduracak hiçbir somut adım atılmadı. Diplomasi, ancak zulme karşı irade gösterildiğinde anlam kazanır; zulmün sürdüğü yerde barış imzası atmak sadece yeni bir sahnenin dekorunu değiştirmektir. Soykırımın devam ettiği süreçte sessiz kalanlar şimdi barış masasında fotoğraf çektiriyor. Diplomasi, mazlumun kanı üzerinden yeniden parlatılıyor; acı, politik bir reklama dönüştürülüyor.

Bu süreçte dikkat çekici olan ateşkesin kendisinden çok onun üzerinden kurgulanan siyasi hikâyelerdir. Mısır, Türkiye, Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerinde iktidar çevreleri ve destekçileri ateşkesin gerçekleşmesini herkes kendi ülkelerindeki idarecilerin diplomatik başarısı olarak sunuyor. Bu ülkelerdeki medya günlerdir ateşkesi tamamen kendi ülkelerine ve Trump’a bağlayıp yeni kahramanlık hikayeleri üretiyorlar. Sosyal medya orduları, ekran yorumcuları ve sözcüler aynı nakaratı tekrar ediyor: “Biz barışı sağladık.” Fakat bu söylem hem bölgesel gerçeklerle hem de uluslararası dengelerle bağdaşmıyor. Çünkü ortada bu ülkelerin İsrail’e karşı caydırıcı nitelikte attığı hiçbir adım yok. Ne ekonomik yaptırım, ne diplomatik sınırlandırma, ne de İsrail’in savaş kapasitesini zayıflatacak herhangi bir müdahale yok. Dolayısıyla trollerin “barışı biz sağladık” söylemi daha çok iç politikaya yönelik bir anlatıdan ibaret.

Dahası, ateşkes sürecinin mimarlarından biri olarak sunulan Donald Trump’ın rolü bu söylemi daha da ironik hale getiriyor. Trump, savaş boyunca İsrail’in en pervasız destekçilerinden biriydi. “İsrail ne istediyse verdik; benim bile bilmediğim silahları istediler, verdik ve çok güzel kullandılar” sözleri hâlâ kulaklarda. Bu sözleriyle Trump, Gazze’deki yıkımı mümkün kılan askeri gücün arkasındaki iradeyi açıkça ilan etmişti. Şimdi aynı kişiyi “barışın mimarı” olarak sunuyor.lar Bir yandan soykırımı silahlandıran, diğer yandan ateşkesi pazarlayan bir aktörün varlığı uluslararası siyasetin en derin çelişkisini ortaya koyuyor. Bu tablo, barışın değil, çıkarın diplomasiye hâkim olduğu bir dünyanın yansımasıdır.

Bu ülkelerin bu tabloda kendilerine biçtiği rol ise muğlaktır. Çünkü “barışa katkı” olarak sunulan her girişim aslında sessiz onaylarla örülmüş bir denge siyasetinin sonucudur. Bölge ülkelerinin İsrail’e yönelik ticareti büyük oranda devam etti, hava sahası kapatılmadı, hiçbir somut yaptırım uygulanmadı. Dört tarafı İslam ülkeleri ile çevrili İsrail savaşın başından sonuna kadar zerre miktarı olsa lojistik sorunlar yaşamadı. Buna rağmen diplomasi başarı hikâyeleri yazılıyor. Oysa gerçek diplomasi, güçlü olanın yanında durmak değil, mazlumun hukukunu savunmakla ölçülür.

Bugün Gazze’de insanlar yıkıntılar altında yaşam mücadelesi verirken diplomasi sahnesinde barış kutlamaları yapılması acının inkârıdır. Barış, imzalarla değil adaletle mümkün olur. Trump’ın savaş boyunca desteklediği İsrail’in eliyle yok edilen bir halkın acısı birkaç diplomatik cümleyle silinemez. Bölge ülkelerinin de bu gerçeği unutmaması gerekir: İsrail’in cezasız kaldığı her gün, İslam dünyasının izzeti bir adım daha geriye düşüyor. Gerçek barış, zulmün suç ortaklarıyla fotoğraf vermekle değil, onlara “artık yeter” diyebilme cesaretiyle başlar.