M
edeni olmak mesele, modern olmuşsun kaç para
Yıllar önce memleketim olan Kahramanmaraş a giderken, yolun kenarındaki bir köyde durmuştuk. Babam kullanıyordu arabayı ve gece 23.00 civarıydı. Babam, uzun bir süreden beri tek başına araba kullanmanın verdiği yorgunluk ve bir namaz arası verme niyetiyle durmuştu bu yol üzeri köyünde. Zifiri karanlık ve bir elin parmaklarını geçmeyen arabalarla terk edilmiş bir yol gibiydi Kayseri-Maraş yolu. Önünde durduğumuz köy evine giderek mümkünse abdest alıp namaz kılmak istediğini söylerken, bizler (ki lise dönemiydi sanırım) arabada durumu şaşkınlıkla izler haldeydik. Gece yarısı hiç tanımadığınız birini içeri buyur etmek, "şehirli" kodlarımızda karşılık bulamıyordu o zamanlar. Birkaç dakika sonra arabaya gelen ayran tepsisi, İstanbul dan Anadolu ya çıkmanın insan ruhuna nefes aldıran bir etkisi olduğunu o zamanlar belki anlamamı sağlamamıştı, ancak uzun bir süre adını koyamadığım "tatlı bir huzur" kaynağı olarak görmemi sağladı Anadolu yu. Gerçi önceden bizler de tanırdık komşularımızı, kimin babası ne iş yapar, nerede kim oturuyor, gürültüden hoşlanmayıp bağırıp çağıran kimdir vs. hepsini bilirdik. Şimdiki "düşmana karşı mevzilenir" gibi kapıları kapama yoktu apartmanda ardımızdan gelene. Ona rağmen, "yolcu"ya gösterilen ilgi çok şaşırtmıştı beni. "Köylü" dendi mi kafamda canlanan imaj hep o olmuştur.
"Köylüler geldiler, mahvettiler güzelim şehri"den farklı bir şey söylemek istiyorum. Genelde Anadolu insanının kendine göre bir havası vardır, biraz çekingendir, hürmetkârdır, merhametlidir, samimidir. Bütün bunlar, klasik "köylü" tanımının içini doldurur. Otuz sene, kırk sene önce de şehirlere gelen köylüler vardı elbet. Gelenler, gerek şehirlilerin kendilerine biraz iğneleyici, biraz üstten bakışı, gerekse de Anadolu insanının mütevazılığıyla "hadlerini bilirlerdi". Daha önce hiç tecrübe etmemiş oldukları, kendi bilgi ve görgülerini aşan bir yapıyla karşılaşmanın verdiği şaşkınlık ve korkuyla "hadlerini bilirlerdi". (Olumsuz anlamda değil, çünkü "haddini bilmek" de bir erdemdir.) Bir süre bocalasalar bile, (ki filmlerde trafiği ortasında bir o yana bir bu yana meyledip de bir türlü karşıya geçememek gibi bir klişede hayat bulur köylünün yaşadığı şaşkınlık şehir denen "dev" önünde) eninde sonunda şehri çevreleyen ve şehir yapan (görünür ve görünmez) kurallar silsilesine tâbi olurlardı. Çünkü şehir bir sistemdir ve insanı sistematik hale getirmekte yatar kudreti. (Modern hayatın insanı sıkan, kuşatan ve kimilerine göre de yalnızlaştıran tarafı belki de bu fazlasıyla "sistemin dişlisi"ne dönüşmüş insanoğlu figürüdür, kim bilir.) Nasıl ki "mürekkep yalamış" payesi gibi "büyük şehir görmüş" denmesi de boşuna değildi demek ki.
Medeni ve modern
Bir de kültürümüzün getirdiği ve içimize işlemiş olan özellikler var, gerçi çoğunu terk etmek üzereyiz neredeyse. Mesela "medeni" olma kavramı. "Medeni" demek, şehirli, şehir hayatına uyum sağlamış, insanlarla bir arada yaşama hasletine sahip, ortak bir kültüre ayak uydurabilen demek. Medeni olmadan "modern" olamayız. "Modern" daha şeklidir, içi doldurulamamış gibi durur. "Medeni" ise biçimden ziyade öz ile ilgili olduğundan daha sağlamdır, "modern"in yaşadığı "bunalımlar"dan uzaktır. Türkiye nin yaşadığı ekonomik, dolayısıyla da sosyal değişimler, siyasi iktidarların "popülist" politikaları kokar biraz. "Popülizm" de amiyane tabirle "tribünlere oynama" ideolojisidir, imajlara ağırlık verir. Parlak bir ambalaj gibidir; içi ise bomboştur. Bu türden politikalar neticesinde, güya "serbestleştirilmiş" (gerçekte ise kontrolden çıkmış ve her türlü yönlendirmeye, tehdide açık kılınmış) bir ekonomik yapı kurulmuştur. Göreli olarak bollaşan mallar, sözümona ayağa gelen fırsatlar, köşe dönme olanakları, tozpembe yaşamların milyonlara sunulması Ekonomik yapı değişti mi, toplumun bundan etkilenmemesi düşünülebilir mi Ahlak tektir ve ticarisi, toplumsalı olmaz. Mecburiyetten ve çaresizlikten gelen insanların şehrin çehresini değiştirmesi, karakterini allak bullak etmesi, şehir kültürüne de etki eder, şehrin adetlerine de. Sonuç itibariyle, şehir yaşayan bir yapıdır ve her birinin farklı bir karakteri vardır.
"Köylülük" diye bir olgu vardı çok önceden. Bu bir aşağılama ifadesi değildir. Yaşadığı yerle bağlantılı bir nitelemedir. Çaresiz ve hayatlarını idame etmek zorunda olan insanlar, haktan ve hukuktan önce geçimlerini öncelik olarak belirlediler. Herkes ahlaksız, herkes hukuk dışıydı büyük şehirlere göç edenlerin demek değil bu. Ancak, "medeni" olma tanımı, son otuz senedeki nüfus hareketlerine paralel bir gelişme gösteremedi. Dışarı çıktığımızda, eski "İstanbul beyefendisi veya hanımefendisi" gibi konuşan veya davranan insanlar numune gibi artık. Anadolu saf, temiz, mütevazı insanların yuvasıdır, hala da öyle. Ancak, güçlü olanın hayatta kaldığı ve haklı olduğu bir yapıya giren insanlar, hayatta kalabilme içgüdüsüyle harekete eden birimler olmuşlardır. Binlerce yıllık bir şehrin bazı ilçelerinin, semtlerinin tamamen ruhsatsız olması, kaçak yapılması, planla ve estetikle ilgisinin bulunmaması düşünülesi değildir. Büyük şehirler ne şehrin dokusunu yansıtan ne de Anadolu kokan yerlerdir artık. Ara bir kimlik gelişmiştir, "arabesk" bir nitelik söz konusudur popüler tabirle. Türkiye nin önemli sorunlarından biri de ekonominin dolaylı sonucu olarak bozulan toplumsal yapı ve artan "neo-köylülük"tür. "Neo-köylülük"; çünkü bilindik manadaki köylülükten farklı, bir bakıma "homo-economicus"un arabesk bir uyarlaması gibi. İnsanların eğitimleri, gelirleri, yaşama standartları, görgüleri artıyor ama her geçen gün daha da kötüye giden bir kaotik manzara. Medeni olmamız gerekirken daha da vandallaşıyoruz. Adamın altında heyula gibi bir jeep olunca, kendisine sıranın en başında bir yer beğenip oraya geçebilme hakkına sahip olduğunu düşünebiliyor. "Güçlü olduğum için hayattayım, güçlü olmanın yolu da güçsüzleri saf dışı etmek" mantığıdır bu. "Köylü" değildir, olsa olsa "neo-köylü"dür. (Bir nevi modern zaman vandalı. Halk arasında "maganda" da denen cinsten.)
Şehirli olmak
Önceden şehre gelenler, şehrin kurallarına, adetlerine, teamüllerine uymaya çalışırlardı, önem verirlerdi. "Şehirli olmak", medeni olabilmek önemli bir göstergeydi, bir erdemdi. Gün geçtikçe geriye gittiğimizi görmek üzüntü vesilesidir. Memleketimiz, yaşadığı ekonomik dönüşümlerin katkısıyla birçok kriz yaşadı. Bu krizlerin neticesinde, bir çok ülkenin aksine olası bir "sosyal patlama"nın olmayışı toplumun iyi hasletlerine maledildi, ki doğrudur. Ancak, içten içe toplumun değer yargılarının ve alışkanlıklarının değiştiğinin farkına varamadık. Kriz, anlık bir olgu olabilir, ancak daha da kötü olanı uzun süreli olan ve farkında olmadan yapıyı bozan değişimdir. İçinde bulunduğumuz durum budur. 24 Ocak Kararları, kambiyo rejiminde açılma, serbest piyasa, arz yanlı politikalar derken Türkiye nin toplumsal yapısı, şehirler özelinden başlayarak da bozulmaya başlamıştır. Değerler erozyona uğramıştır bugün, kabul etmek gerek. İnsanlar medeni olacaklarına daha da "barbar"laşmaya doğru giderlerse bunu dile getirmekten doğal bir şey olmamalı. Önceden otobüse ortadan veya arkadan binmek yasaktı, idare de binerken önden inerken arkalardan olmasını kurallarla sabit kılmıştı. Şehirli veya medeni insan buna uymakla mükellef olduğunu bilendir. Yıllar ilerledikçe, medeniyetten uzaklaşmaktayız. İnsanlar, mecburiyetten veya kolaylarına geldiğinden, artık otobüslere tam manasıyla hücum etmektedir. "Balık istifi" seyahat etmek, insanlık onuruna uyan bir davranış olamaz. Daha boş bir otobüsün geleceğini bile bile binmek, başkalarını da rahatsız etme sonucunu doğurur. Ki medeni insan, bir arada yaşamanın başkalarının hakkına tecavüz olmadığını bilir. "Ben bineyim de, gerisi önemli değil" demekle "kendi çıkarı için rakibini yutmaya veya ezmeye kalkmak" arasındaki fark, aynadaki suretten farklı gelmiyor bana.
Doğduğundan beri şehirde yaşamış ve iyi-kötü şehrin sistematiğine uymaya çalışmış birinin burnundan kıl aldırmayan ve kendini beğenmiş bir edayla insanları kategorize etmesi sanılmasın yazılanlar. Anadolu ve Anadolu insanı, binlerce yılın birikimi ve bilgeliğiyle yaşamını biçimlendirmiştir. Hayatı algılayışı ve insan ilişkileri bu eksende gelişmiştir. Ancak, bir "ara-tür" duruyor şu an önümüzde. Ne şehirli, ne de köylü! Medeni olmadan modern olmaya çalışmanın ürünü olarak durmaktadır karşımızda; Neo-köylü!