Referandum sürecine doğru giderken içerde yükselen tansiyonun yanında Almanya ve Hollanda’nın tavrı gündeme bomba gibi düştü. Öncelikle bakanlara reva görülen muameleyi kınıyor, reddediyorum. Yapılanların hedefi bakanların şahsında milletimizdir. Onurumuzla oynanmasına müsaade edilmemelidir. Diplomatik çerçevede gereken cevap mutlaka verilmeli ve bir daha böyle bir saygısızlığa kimse cesaret edememelidir. Bütün kanallar harekete geçirilmeli ve olması gereken adımlar bir an önce atılmalıdır.
Peki, bu olanlar şaşırtıcı mı? Değil tabi ki. Avrupa’nın çifte standartlı yaklaşımları bundan önce hep oldu, bundan sonra da olacak. Onlardan doğru bir yaklaşım beklemek mümkün değil. Yüzyıl önce topraklarımızı talan etmek için başımıza üşüşenlerden bugün adil bir adım atmalarını ummak boş ve anlamsız olur.
Bütün bunlarla beraber bu konunun iç siyasi malzeme yapılması da bir o kadar yanlıştır.
AB Bakanı Ö. Çelik’in ‘bakanlığımı bir an önce kapatın’ demesi gerekirken, “Hollanda bu tavırla kararsız vatandaşlarımızın kararını ‘Evet’ yönünde netleştirmiş oldu” açıklamasını nasıl yorumlayacağımızı şaşırdık. Gelinen duruma seviniyor mu üzülüyor mu belli değil.
Aslında bu kadar büyük laflar eden bir iktidara yakışan AB Bakanlığı’nı kapatmaktır değil mi? Ancak gel gör ki hükümet böyle bir kararı almak bir yana hiç tartışmıyor bile. Hatta 16 Nisan’a kadar tansiyon biraz daha yükselse de, sandığa giderken bu tartışmalardan destek alsak diyenler bile var. Neden böyle söylüyorlar? Çünkü bu kampanya döneminde her türlü ayrıştırma girişimine rağmen arzu ettikleri kamplaşmayı sağlayamadılar. Önceki seçim dönemlerinde ötekileştirme üzerinden yürütülen söylemlerle iktidar partisinin eli güçleniyordu. Bu sefer muhalefet eskiye nazaran daha akıllı hareket ediyor. Tuzağa şu ana kadar düşmediler. Ancak Almanya ve Hollanda iktidarın imdadına yetişiverdi. Avrupa başka ne yapacaktı ki? Referandumda evet için bu yaptıklarından daha iyi destek stratejisi mi olur?
Daha önce yazmıştık. Cumhurbaşkanlığı sistemi bu haliyle “Türkiye’yi Doğu’ya hapsetmek” olur. Avrupa’daki soydaşlarımızla, Balkanlar’daki hinterlandımızla aramıza kalın bir çizgi çekmek anlamını taşır. Batı’daki hareket alanımızın daraltılması olarak sonuçlanır. Hatta yakın gelecekte Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımıza iki pasaporttan birisini seçin. Ya bizi tercih edeceksiniz, ya da çekin gidin derlerse şaşırmayın. Trump, Wilders, Le Pen gibi aşırı sağcı karakterlerle birlikte boyut değiştiriyorlar. Kendi içinde ruhen ve fiziken bölünmüş bir Türkiye olsun istiyorlar.
Diğer taraftan evet çıkarsa terör bitecek, ekonomi şaha kalkacak, Türkiye ayak bağlarından kurtulacak diyerek miting meydanlarında konuşmalar yapılıyor. Sanki 15 yıldan beri iktidarda kendileri yokmuş gibi bol keseden attıkça atıyorlar. Bakmayın siz bu söylemlere. Biz bu sözleri çok duyduk. Açılım’da, Çözüm Süreci’nde, Dolmabahçe Mutabakatı’nda hep bu açıklamalarla oyalandık. Bu mantıkla gidilir ve evet çıkarsa söylenenlerin aksine terör daha sistemli bir hareket alanı kazanacaktır. Avrupa terör örgütü olarak gördüğü halde PKK’ya her türlü desteği veriyorken, yarın bu sistemle beraber PKK uluslararası hukuka göre içinde sivil halk unsularını barındıran direniş örgütü olarak konuşulmaya başlanacaktır. ABD’nin PYD ile olan ilişkisi bunun altyapısını oluşturmak içindir. Öcalan’ı koruduğunda İtalya’nın, soykırım tasarısını kabul ettiğinde Fransa’nın mallarını boykot ederek muhataplarımıza zarar vereceğimizi zannetmiştik. Şimdi de Hollanda’yı bu şekilde cezalandırmayı düşünüyoruz. Dikkat ederseniz hep müşteriyiz. Üretimden gelen bir gücümüz olmadığı için hep duygulara oynuyor, dönemlik tepkilerle olayları geçiştiriyoruz. Kısa bir süre sonra da her şeyi unutup eskiye dönüyoruz. Bundan sonra ne mi olur? Bu tür tepkiler zaman içinde Avrupa’nın diğer ülkelerine de yayılacaktır. Danimarka Başbakanı Rasmussen’in Başbakan Yıldırım’a ziyaretini ertelemesi talebini bir de bu açıdan değerlendirin. Diplomasi egoları tatmin etme yöntemi değil ülkenin menfaatlerini savunma, kollama sanatıdır. Orada yaşayan vatandaşlarımızın hukuku bu şekilde korunamaz. Onurlu, diklenmeyen ama dik durabilen, algıları yönetmeye değil sonuç almaya odaklanmış bir dış politika bakışı oluşturulmadığı müddetçe bugün Hollanda olur yarın başka bir ülke. Biz ise konuşur dururuz. Atı alan da Üsküdar’ı geçer.