Cumhurbaşkanı; Irak-Suriye tezkere görüşmeleri için 23 Eylül’de TBMM’ye gelecekti. Hazırlıklar yapıldı, dokuz kapılı ana girişten, şeref salonuna ve oradan genel kurul şeref kapısına kadar turkuaz halılar serildi. Reise görünmek isteyen iktidar vekilleri dış kapıya kadar gittiler, beklediler. Ama gelmedi! Biraz yokladım!

*

Baktım kulislerde, CHP kapalı oturum isteyecekti diye konuşuluyor. Önce bu nedenle gelmedi dendi. Oysa, “Bakanlar ve dinleyici olarak Cumhurbaşkanı kapalı oturumda bulunabilirler” cümlesi İç Tüzük’te aynen mevcut. Lakin gelseydi tek başına oturacaktı! Ancak farklı gerçek ortaya çıktı.

*

Meğerse iki aydır memleketlerinde olan vekilleri Ankara’ya 3,5 saatliğine getirmek, katılımı yüksek tutmak için böyle bir planlama yapılmış. İktidar grubu için “Cumhurbaşkanı’nın adı yetti!” yani.

İSTANBUL TAMAM!

Acaba, “Başkanlıktan istifa ettim, ama partimden değil!” diyen Topbaş, bundan sonra, “Adam yerine koymayanlara karşı?” parti içi mücadele mi yürütecek? Acaba sırada Ankara, Bursa mı var?

REFERANDUMU KİM LEHİNE ÇEVİRECEK?

Rahmetli Özal’dan beri Türkiye ile bu kadar süre iş tutan, daha bu yaz kendi bayrağıyla karşılanan Barzani, şimdi bu kadar uyarıyı “dinlemeyerek” nasıl referanduma gitti? Ve Türkiye, hep sözlü ve sınırda askeri uyarı yaparken, ciddi ekonomik yaptırım gündemde yok. Acaba neden?

*

Çözmek zor. Bildiğimiz bir şey var. Ortadoğu’da bir gelişme varsa, ya büyük İsrail hesabınadır veya bir gün mutlaka kurulacak İslam Birliği’nin lideri olacak ülke Türkiye’nin! Taşeronlar, yanıltmamalıdır.

*

Bir de İsrail referandumu desteklerken, Türkiye’deki İsrailseverler şiddetle karşı çıktılar. Bu ne yaman çelişki! Bir manipülasyon, bir ters köşe durumu var ama durun bakalım çorap kimin başına örülecek!

GÜL’DEN KÖRFEZ’DE REFERANDUM TEMASLARI MI?

Bir devletin resmi, sivil, gayr-i resmi diplomasi unsurları olmalı. Acaba Katar ve Suudi Arabistan’da derin temaslar yapan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye adına referandum sonrası Kuzey Irak için mi diplomasi yürüttü? Yoksa kendi adına mı?

DİYANET’İ BIRAK, DÜNYAYI GEZ!

Tam yirmi yıl basının amiral gemisinde “patrondun”. Bu milletin teveccüh ettiği hareketlere de, milli manevi değerlerine de hep ‘o sırça köşkünden bakarak’ aşağılamaya çalıştın.

Malum Budistler Myanmar’da Müslümanları katlediyordu. Sen de ‘içine yolculuk’ safsatasıyla Bhutan’a, Tibet’e bir ziyaret gerçekleştirmiş, Arakan’da insan kesen o dinci faşistlerin ideolojisini, “hümanizmini” yere göğe sığdıramamıştın.

Gün geldi, devran döndü, bir baktık tayfa yapmışlar. Hatta tayfanın küçüğü olan miçoya benzemiş!

*

Ve şimdi, kendini geminin dümeninde hissediyormuş gibi bir yazı yazdın. Göreve yeni başlayan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın devir teslim törenindeki ifadelerini ‘sekülerizm’ adına eleştirdi. Bhutan’da almış olduğu “içine doğru yolculuk eğitimi” onu sekülerleştirmiş de haberimiz yokmuş.

*

Daha Erbaş, ‘bismillah’ demişken eskinin adamı, son köşesinden Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın adına kelime oyunlarıyla Diyanet’e, Başkanı’na karşı şöyle haddi aşmış: “Biz seni şeyhülislam değil, laik devletin Diyanet Başkanı atadık!” Vay vay vay!

Bir kere şeyhülislam, Diyanet diye yazacaksan, önce güzelce abdest alacaksın!

*

Bunun yanı sıra Sayın Erbaş’ın konuşmasında kullandığı özlü söz ve kelimeleri de eleştirmeye kalkmış. Neredeyse, “Neden İngilizce bir dil kullanmadığına” kadar olayı vardırmış. Ah şu Arapça kompleksiniz yok mu sizin!

*

Dünyada ve Türkiye’de DİB’in millet ve devlet adına yapmış olduğu çalışmaların önünü kesmek için hemen harekete geçtiğin her halinden de belli. Sayın Erbaş’ın kullandığı dil ve üslubu, 80 milyon milletimiz ve milyarlarca İslam coğrafyası anlıyor da, bir tek sen anlayamadın ya Özkök! Hem de Paris’te doktora yaptığın halde!

*

Sayın Özkök, kök salmış olduğun geminin dümeni sende değilse artık; o zaman gemi nereye giderse sen de oraya git. Kendine aştığın alan çok iyi bak! Sen git şarapların tadını yaz, kime hangi kıyafet uymamış, kim kimle nerede, ne yapıyor onu yaz. Tibet yolculuklarına çık, teke tek dünyayı gez! Bırak kendini denize…