Üniversitenin (Fatih Sultan Mehmet) Halıcıoğlu ndaki

yerleşkesinde bulunan Fakülteye (Hukuk), metrobüsün Altunizade durağından

binerek gidiyorum. Her gün bırakılan Milli Gazete yi alıp çantanın dış cebine

koydum. Bu yaz, oluşmuş notları toparlayıp kitap haline getirmeye karar

verdiğim için belli bir yoğunlukla çalışmayı sürdürüyorum. Ramazan dolayısıyla

iftar, teravih, biraz soluklanma derken gece yarısından sonra masaya

oturabiliyorum.

Masaya oturduğumda çantadaki Milli Gazete ye bakmadığımı

fark ettim. Gazeteyi çıkartıp açtığımda resminin yanında Mustafa ağabeyi

kaybettik başlığını gördüm, sarsıldım, hüzünlendim ve kendime hayıflandım.

Hayıflandım , çünkü rahatsızlığını oğlum Burak haber vermişti ve ilk fırsatta

oğlu Emre Miyasoğlu na hiç olmazsa telefon ile geçmiş olsun dileğine bulunmayı

ve hastanede ziyaret etmeyi düşünüyordum. Fakat Milli Gazete nin Eyüp te

verdiği iftarda ziyarete izin verilmediğini, nitekim Cumhurbaşkanı nın bile

yetkililerden bilgi aldığı ifade edilmişti. Bütün bunlara rağmen, ziyarete

gidemeyişim içimde kaldı. Doğrusu, yoğun bakım halinde ziyaretler yapabilir

miyim, şeklinde bir çakılı soru da yaşıyorum. Her neyse!

Evet, Dede Korkut un nitelemesiyle bu gelimli-gidimli

dünyadan aziz kardeşim Mustafa Miyasoğlu da gidimli oldu, Hakk a yürüdü. Afv

u mağfiret ve rahmet diliyorum.

70 li yılların başı olmalı, Ankara ya gelmiş, belki de

Kayseri den İstanbul a giderken uğramış da olabilirdi, o vakit vicahen

tanıştık. Yazılardan dolayı zaten tanışıyorduk . Şimdi tam çıkartamıyorum,

Şükrü (Karatepe) ile Maltepe de yenilerde açılmış bir sinemanın (adı neydi )

orada buluşacaklarmış. Sonuçta gittik ve buluştuk. Mustafa ile Durali (Yılmaz),

Şükrü ve ben,, mevsim bahara doğru evrilmiş olmalı ki yürüyoruz. Mustafa, adeta

teklemeden, biraz da konudan konuya atlayarak konuşuyor. Edebiyat dergisi

çerçevesinde bazı değerlendirmeler, özellikle yayınlanan yazıların ve

kullanılan dilin, o zamana kadarki anlayışın dışında oluşu, görünüşü belli bir

tepkiyle karşılanmış, karşılanıyor ve eleştiri konusu yapılıyordu. Sevgili

Mustafa da bu tarz değerlendirme ve eleştirilerde bulunmuş olmalıydı ki, sözünü

kestim. Durali yle Şükrü nün gayri insiyaki oh be, yeter be! şeklinde

birlikte gösterdikleri tepkiyi hatırlıyorum. Meğer, özellikle Durali yi (ki

okulu bitirmiş, Diyanet işleri Başkanlığı nda mecburi görevli olarak çalışmaya

başlamış ama Ankara da pek rahat hissetmiyordu kendini ve bir süre sonra da

İstanbul a nakloldu) Ankara ya ayak bastığından beri adeta esir almış .

Sonraki ve İstanbul a yerleştiğim yıllardan sonra,

İstanbul un şartları gereği, bazı toplantılarda, tesadüflerde karşılaşır,

konuşur, hal ve gidiş, neler var, ne tasarlanıyor vb. üzerinde tezekkür

ederdik.

Sanat ve edebiyat yaklaşımı, Edebiyat ve Mavera da

yazılar yayınlamış olmakla birlikte, farklıydı. Daha doğrusu, sevgili Cafer

Keklikçi nin 5 Ağustos Pazartesi günkü Mustafa Miyasoğlu başlıklı dikkatli

yazısında da değindiği üzere, geleneğe bağlı kaldı şeklinde tanımlanabilir.

Yeri burası değil ama gelenek kavramı sorunlu yüzüyle bizim sanat ve edebiyat

dünyamızı sütrelemede başvurulan bir kavram olagelmiştir. Buna rağmen, Mustafa

Miyasoğlu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi nin , Dar ül-fünun

olmaktan tevarüs ettiği bir sanat tavrı ve edebiyat anlayışıyla, Necip Fazıl,

özellikle Sezai Karakoç, Edebiyat çizgisi arasında geliş gidişli olmuştur gibi

gelir bana. Düşünce, kavrayış ve dünya görüşü yönüyle Büyük Doğu,

sanat-edebiyat duyarlığıyla İstanbul Edebiyat ın etkisinin ağır bastığı bir tür

kendine özgü gelenek muhafazakarlığı yer yer ağır basar.

Hiç farkında olmayan bir hususu burada ortaya koymak da

gerekiyor. Mustafa, dolayısıyla 68 kuşağı bağlamında yazılarıyla beliren bizim

kuşak, biraz gölgede kalmış ya da farkında olunsun veya olunmasın, gölgede

bırakılmıştır. Metaforik olarak iki yaka arasında köprü olmuş ama bu

niteliklerinin yeri, önemi, değeri pek de teslim edilmemiştir. Aziz kardeşim

Mustafa Miyasoğlu na rahmet, ailesine, yakın ve dostlarına baş sağlığı dilerim.