İLİM HAYATI VE SEYDA GELENEĞİ
Seyda, dini ilimlerin zor öğrenildiği ve dini hayatın yasak olduğu bir dönemde yaşadı ve tüm bu sıkıntılarla boğuştu fakat boyun eğmedi.
Medreselerin kapatıldığı ve Arap alfabesinin yasaklandığı bir dönemde yaşadı. Bu dönemde her ne kadar İstanbul ve çevresinde bazı medreseler aktif olarak ders veriyor olsa da Doğu ve Güneydoğu’da medrese ve ilim hayatı bitmişti. Medreselerin ve ilim hayatının bitmiş olmasının tek nedeni devletin baskısı olarak da göstermek doğru değildir. Bu dönemden kısa bir süre öncesinde yaşanan birinci dünya savaşında medrese müderrisleri ve talebelerin aktif olarak katılması ve birçoğunun dönmemesi de medreseleri zayıflatmıştı. Yani ilmi hayattaki durgunluğun tek nedeni siyasi baskı değildi.
Medreseler, doğu bölgemizde özellikle Kürtler arasında saygın ve toplumsal hayatı düzenleyen bir konumu vardı. Yani medrese sosyal hayatın da merkezindeydi. Medresenin en büyük hocasına Seyda denir. Seydaların halk üzerinde büyük bir ağırlığı vardır. Fakat sistem medreseleri ortadan kaldırırken halkın üzerindeki bu etkiyi de yok etmiş, bu durum halkın cehalete bürünmesine ve bir anlamda her türlü ifsada açık hale gelmesine neden olmuştur.
Böyle bir yokluk ortamında, Kur’an’ı bile okuyabilen insan sayısının sınırlı olduğu bir dönemde Seyda ilim tahsiline çıktı. O, her ilmi arı gibi dolaşarak elde etti. Bugün birçok insan için Kur’an ve tecvidi öğrenmek son derece basit bir bilgi iken o günlerde bunu bilen insan sayısı sınırlıydı. Sırf Kur’an okumasını öğrenmek amacıyla yıllar süren seferler yaptı.
İlim talebesinin eğitiminin zorluğundan çok, ilim ortamının yetersizliği ve parasızlık en büyük düşmanıydı. Genelde köylülerin destek ve gayreti ve bazı fedakâr müderrislerin şahsi gayretiyle insanlar ilim sahibi olabiliyordu. Bu nedenle Kürt köylülerinin bölgenin ilmi geleneğinde ve ilim hayatının yaşamasında büyük katkısı olduğu gibi, köylülerin ne kadar samimi ve bilinçli olduğunu da göstermektedir. Bugün eğer bölgede medrese denilen bir olgu varsa bunda köylülerin büyük katkısı vardır ve bölgedeki ilim adamlarının bu köylülere karşı büyük bir minnet borcu vardır…
Seyda Diyarbakır, Mardin, Siirt, Bitlis, Suriye ve köylerinde yaklaşık yirmi yıl ilim tahsili için dolaştı. Bu tahsil hayatında masraflarını çoğunlukla ya kendisi çalışarak veya medresenin kıt imkânları karşıladı. Bu tahsil için yaptığı yolculukların çoğunluğunu yürüyerek gerçekleştirdi. Diyarbakır’dan Antep, Adana, İstanbul, Ankara, Bursa gibi şehirlere yürüyerek yolculuk yaptı… İlim aşkı tüm engelleri aşmasını sağlamış oldu.
Bölgede medreselerin yanında dergâh ve tekkeler de vardı ve çoğunlukla bu dergâh ve tekkelerde de ilim tahsil edilmekteydi. Yani batıdaki tasavvuf mekanlarından farklı olarak aynı zamanda buralar ilim merkezleri ve şeyhleri de aynı zamanda Seyda yani âlimdi. Seyda Muhammed Emin, bölgedeki bu manevi merkezlerden de faydalandı. Cizre, Hazne ve Norşin’den feyiz aldı. O dönemin yaygın olan anlayışı gereği tarikata intisap edip icazet aldı. O dönemdeki medreselerde yaygın olan anlayış, ilim tahsili bittikten sonra ameli icazet alınmalıydı. Yani ilim ve amel birlikte olmalıydı. Seyda’da aynı geleneği sürdürmüş oldu.
EĞİTİM ve İRŞAT ÇALIŞMALARI
Seyda, ilim tedrisatını bitirdikten sonra Diyarbakır’ın köylerinde imamlık yapmaya başladı. O dönemlerde köy imamlarının masraflarını köylüler karşılıyordu. Devlet dini hayatı kontrol altına almaya veya yok etmeye çalışıyordu. Ama köylerde kısmi bir serbestlik vardı. Bunda biraz da doğunun feodal yapısının etkisi vardı.
Seyda, Diyarbakır köylerinde hem medresesini açıp eğitim çalışmasını sürdürüyor ve hem de halkı irşad etmeye çalışıyordu. Çünkü bu dönem halkın dini hayatının büyük bir cehalet içinde olduğu dönemdir. Seyda kendisi zorluklarla elde ettiği ilmi, insanlara severek sunmaya çalışıyordu. Onun bu gayreti etrafında bir kitlenin toplanmasına ve bölgede belli bir ilmin yayılmasına neden oldu.
Diyarbakır ve köylerindeki ilmi çalışma, Şeyh Seyda’nın onu 1961 yılında Gaziantep köyüne göndermesiyle son buldu. Diyarbakır’dan Anteb’e gidişi de ilginçtir. Olayı bir rüyaya bağlar. Rüyasında Kabe’nin yıkılmış olduğunu görür. Rüyasını Şeyh Seyda’ya tabir ettirir. O da Kabe’nin yıkılması İslam’ın ortadan kalkması anlamına geldiğini söyler ve onu Gaziantep’in köylerine gönderir. “Bölgede İslami hayat yok olmak üzeredir. İnsanlar dinden çıkmak üzeredir. O bölgede ilim adamları ve medreseler yoktur. Buraya gidiniz ve kendi medresenizi kurunuz ve bölgeyi irşat ediniz” der.
Bu sözler üzerine neden ve niçini sormaz. Tüm kurulu düzenini bozar ve Gaziantep’in Nizip ilçesinin bir köyüne gelir. Köylü dinden çıkmak üzeredir ve İslam’la hiç alakaları kalmamıştır. Kimse kendisine yardım da etmez. Haftalarca ailesiyle birlikte açık alanda kalır. Sonunda bazı dostlarının gayretiyle bir yer oluşturulur. Ardından bir mescid yapılır ve ilim-irşat faaliyetleri başlar. Bölgenin çehresi değişir. Onun olduğu yere talebeler – ilim adamları gelmeye başlar orda yetişen talebeler imamı olmayan köylere imam olarak giderler ve bölgede İslami hayat canlanır.
18 yıl burada hizmet eder. Ardından amacına ulaştığını gördükten sonra Gaziantep merkeze taşınır 1979 yılında. Burada müftülük bünyesinde oluşturulan eğitim merkezinde ders vermeye başlar. Müftüde kendisinin yetiştirmiş oluğu talebesidir. O, sadece ders vermekle yetinmez. Sohbetler ve irşat halkalarıyla da mücadelesine devam eder. Fakat 12 Eylül darbesinin olması çalışmalarında beklediği sonucu almasını engeller. İnsanlar bu tür faaliyetlerden korkmaktadırlar.
1984 yılına gelindiğinde Ankara’da oluşturulan fıkıh enstitüsünde görev yapması için merhum Esat Coşan hocanın ısrarlı çağrısı olur. Çağrıyı kabul eder. Şimdi laik devletin kalbinde İslam’a hizmet edecektir. Allah, ona hizmet için yeni bir kapı açmıştır. O, davaya hizmet için bu teklifi kabul eder. Çünkü Ankara’da oluşmuş ilmi bir ortam vardır.
Burada ilahiyat fakültesi talebelerine ders verir. Ankara’da irşat faaliyetleri ve sohbetler devam eder. Bir yandan da yazı çalışmalarına hız verir. Şimdi kitap yazmaya çalışmaktadır. Çeşitli dergilerde özellikle yazı yazdığı gibi, İslam Mecmuasında yayınlanan röportajları çok ses getirir. Doğu onu tanıyordu şimdi batı da onu tanımaya başlamıştır.