Siyaset kadar sokaklar da hareketlenmeye başlamıştı. Sağ sol kavgaları artık her tarafta görünüyordu. Milli Nizam Partisi lideri Necmeddin Erbakan ve İskenderpaşa Cemaati şeyhi Mehmet Zahit Kotku, parti mensuplarına ve gençlere anarşiye bulaşmamaları hususunda sıkı sıkıya tembih ediyordu.
“Tesbih çeken el tetik çekmez” diyerek, heyecanlı gençlerin taşkınlık yapmasını engelliyorlardı. Bir Müslümanın görevi çalışmak, insanların kurtuluşu için iman mücadelesi vermekti. Yaşananlar çocukların ve gençlerin din ve ahlaktan yoksun bırakılmasından kaynaklanıyordu. Ancak Milli Görüş ile anarşi durdurulabilir, din dersleri ve ahlak bilgisi okullarda öğretilerek gençler bu bataklıktan uzak kalabilirdi. Bir insanı kurtarmak, insanlığı kurtarmaktı.
Milli Nizam Partisi halk nezdinde ve dini camialarda rağbet görüyordu. Nurcu ve Süleymancı gibi cemaatlerin partiye karşı tutumlarına şaşıranlar, kızanlar vardı. “Müslüman nasıl olur da Müslümana destek olmaz, dindar insanlar bilerek masonların partisini nasıl savunabilir” serzenişinde bulunanlar, hatta onlarla tartışanlar oluyordu.
Erbakan, Süleymancılar ve Nurcular ile tartışılmamasını söylüyordu. “Her ne kadar yanlış yolda olsalar da, onlar bizim din kardeşimizdir, şimdi olmasa bile bir gün hakikatın yanında yer alacaklardır. Onlar da geleceğin Milli Görüşcüsüdür, sakın tartışmayın, kalplerini kırmayın. Cemaatlerle vakit harcamak yerine, sokaktaki insanlara ulaşmamız gerekiyor. Milli Nizam Partisi sadece parti değil, iman kurtarma, İslamı tebliğ etme ve inançlarımızı hâkim kılma hareketidir. Kırarak, dökerek, tartışarak değil, gönülleri fethederek çalışmalıyız. Önce insanların gönlünü kazanacağız, sonra oylarını isteyeceğiz. Bugüne bakmayacağız sadece, geleceğe bakacağız, geleceğe çalışacağız. Merak etmeyin ayrı akan dereler nehir olacak, nehirler de deniz olacak. Milletimizin mayasında iman var. Elbet zafer bizim olacak. Bizim vazifemiz durmaksızın çalışmak.”
Milli Nizam Partisi’ne, CHP’nin karşısında en büyük parti Adalet Partisi’ni böleceği endişesiyle uzak duran Nurcu ve Süleymancı gibi cemaatlerin amacı da, iman mücadelesi vermekti ancak İsmet İnönü’nün iktidara gelmesi korkusu yaşıyorlardı. Hele Adalet Partisi içinde Adnan Menderes’in oğulları ve Celal Bayar’ın kızının da yer aldığı muhaliflerin yeni parti kuracağı söylentileri bu korkuyu daha da büyütüyordu.
Yeni Asyacılar bu çoklu mücadelenin içindeyken Mustafa Nezihi Polat, 24 Ağustos 1970 tarihinde Zeytinburnu’nda bir trafik kazasında vefat etti. Daha önce Mehmet Şevket Eygi’nin Sabah gazetesinde çalışan Mustafa Polat, son derece çalışkan, aktif biriydi. Haftalık İttihad gazetesi kurulunca, Sabah’tan ayrılıp bu gazetenin başına geçmişti. Almanların Bild dergisine benzer çıkardığı İttihad, Nurcuların yayın organıydı. Yeni Asya gazetesi kurulunca da gazetenin başına geçmişti. Tek başına gazetenin her şeyiydi.
Demokratik Parti’nin kuruluşu
Akşam vakti kaza yaptığı için vefat ettiği hemen duyulmadı. O gecenin sabahı gazetede Mustafa Polat’ın masasını boş gören arkadaşları çok şaşırdılar. Çünkü masada onun olmayışı, pek görülmemiş bir şeydi. Bir süre geçtikten sonra Mehmet Kutlular, Mustafa Polat’ın evini, Kirazlı Mescit’teki 46 numarayı ve uğrayabileceği her yeri aradı ama ne ailesi, ne aradıkları yerler bilgi sahibi değillerdi. Gazete adeta ayağa kalktı. Türkeş broşüründen dolayı ülkücülerin, Hüküm başlıklı köşesinde solculara yönelik ağır yazılar yazdığı için komünistlerin ona bir şey yaptığından endişe ediyorlardı. Gün boyu herkes her yeri aradıktan sonra ancak akşam vakti Samatya Hastanesinde bulabildiler.
Haberi öğrenen Mehmet Fırıncı ve Mehmet Emin Birinci, Polat’ın vefatını Zübeyir Gündüzalp’e gözyaşı dökerek söylediklerinde, Gündüzalp “Eyvah şimdi ne yapacağız?” diyerek hasta yatağından fırladı. Gazetenin her şeyi Mustafa Polat, gazeteye kazara birkaç saat geç gelse, o gün bütün işlerin aksayacağını, gazetenin çıkmayacağını sanırlardı. (Muhabbet Fedaileri, İslam Yaşar, Yeni Asya Neşriyat, s. 353)
Mustafa Polat’ın vefatının ardından gazete kendini toplamaya çalışırken, Adalet Partisi’nden kopan milletvekillerinin yeni parti kurma ihtimalinin baş göstermesi en meşgul oldukları konuydu. Birliği bozmamaları, CHP’ye fırsat vermemeleri, yuvaya dönmeleri için yaptıkları görüşmeler beklenen tesiri göstermemişti. Nitekim, Sadettin Bilgiç 19 Ekim 1970'te Meclis Başkanlığından ve Kasım 1970'te de Adalet Partisi'nden istifa etti. 18 Aralık 1970'te, Ferruh Bozbeyli ve 69 kurucu tarafından Demokratik Parti Ankara'da kuruldu. Başlıca kurucuları Ferruh Bozbeyli genel başkanlığa, Sadettin Bilgiç ve Yüksel Menderes de genel başkan yardımcılığına seçildi. Partinin TBMM'de 41, Cumhuriyet Senatosu'nda 8 üyesi vardı.
Sokak anarşiye teslim
Sokaklardaki hareketlilik ise her geçen gün artıyordu. Sokaklara taşan şiddetin kaynağı 1969 genel seçimleriydi aslında. Adalet Partisi hükümeti milli bakiye sistemi sayesinde 1965 genel seçimlerinde 15 milletvekili çıkartmış olan Türkiye İşçi Partisi’nin güçlenmesine karşı milli bakiye sistemine son vermiş, Türkiye İşçi Partisi (TİP) 1969 seçiminde sadece 2 milletvekili çıkartabilmişti. Bunun ardından sol parlamentoda gücünü yitiren TİP’i desteklemeye devam edenler ile Milli Demokratik Devrim’i destekleyenler arasında ikiye bölündü. Bir takım solcular, artık iktidara ulaşmanın yolunun sola sempati duyan subayların gerçekleştireceği bir hükümet darbesi ile olabileceği ümidi içerisine girdiler. Önceden beri solun içinde parlamento yoluyla iktidara gelmeyi küçümseyip darbeyi savunanlar, kendilerinin ne kadar haklı olduğunu söylüyorlardı. 1969 genel seçimlerinde milli bakiye kaldırılınca sadece TİP’in değil Cumhuriyet Halk Partisi’nin de oyları azalmıştı. Artık düzeni değiştirmek için parlamentoya güven duyulamazdı. Tek çözüm onlar için demokrasi dışı yöntemlerin denenmesiydi.
Böylelikle, parlamento dışı muhalefeti destekleyen kişiler sola hâkim olmaya başladı. 1969 yılında yapılan kongrede Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) olarak isim değiştiren FKF, amaçlarına ulaşmak kendi içinde iki adet silahlı örgüt kurarak devrimci mücadeleyi yürütmeye başladı. Bu örgütler Türkiye Halk Kurtuluşu Ordusu (THKO) ve Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C) idi. Bu örgütlerle birlikte öğrenci, gençlik hareketleri devrim için silahlı mücadeleyi savunan Marksist-Leninist grupların denetimine geçti.
Deniz Gezmiş’in liderliğindeki THKO örgütü, kendisine maddi destek bulmak amaçlı banka soygunlarına başladı. 1971 yılının Ocak ayında ilk İş Bankası’nın Ankara Emek şubesi soydular.
1971 yılının Şubat ayında ise öğrenciler ile polisler arasındaki çatışmaların durdurulamaması nedeniyle İstanbul ve Hacettepe Üniversiteleri kapatıldı. Yine Şubat ayında Ankara Balgat’taki Amerikan üssü basılarak bir Amerikan çavuşu kaçırıldı ve daha sonra örgüt üyeleri tarafından serbest bırakıldı.
Üniversite öğrencisi Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının 4 Mart 1971'de ABD'li dört askeri kaçırıp fidye istemesi, askerleri kızdıran bir hareket oldu. MİT Müsteşarı Fuat Doğu, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a eylem yapan gençlerin merkezi olan ODTÜ’nün kapatılması, solcu öğretim üyelerinin tasfiye edilmesi gerektiğini, olayların devam etmesi durumunda askerlerin yönetime el koyması gerektiğine dair bir not gönderdi. 5 Mart sabahı ODTÜ binlerce polis ve asker tarafından kuşatıldı. ODTÜ'ye girmek isteyen güvenlik güçleriyle öğrenciler arasında çıkan çatışma sonucu komando eri Mevlüt Meriç'in öldürülmesi Türk Silahlı Kuvvetlerinde büyük tepki oluşturdu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, "Orta Doğu Teknik Üniversitesinde, Türk askerine, Türk oldukları iddiasında bulunanların ateş etmeleri Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde nefret uyandırmıştır" açıklaması yaptı.
5 Mart’ta yaşanan bir başka gelişme ise, Milli Nizam Partisi’ne Atatürk ilkelerine ve laikliğe karşı oldukları iddiasıyla soruşturma açıldı. Ancak Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının eylemleri gündemde olduğu ve Türk Silahlı Kuvvetleri içinde cunta hareketlerinin varlığı yönündeki söylentiler nedeniyle soruşturma haberi gündem bile olmadı.
Doğan Avcıoğlu'nun çıkardığı Devrim gazetesi etrafında toplanan ve içlerinde 27 Mayıs darbesini yapan Millî Birlik Komitesi'nin gerçek lideri Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun da bulunduğu "Millî Demokratik Devrimciler", o dönemin siyasi partilerinin demokrasi anlayışının bir oyalamaca olduğunu ileri sürerek ulusçu-devrimci yöntem olarak ifade edilen ilkeler doğrultusunda parlamento dışı muhalefeti savunuyorlardı. Türkiye'de Orduyu tahrik ederek sol-sosyalist, bir çeşit Baasçı yönetim kurdurmak için Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk'un başını çektiği ileri sürülen çok ciddi girişimler vardı. Bu çalışmaların ordu içindeki yansıması özellikle genç Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Kara Kuvvetleri karargâhındaki çeşitli unsurları etkisi altına almıştı. Rütbeli ihtilalciler kendi aralarında darbe planını tatbik toplantıları yapmaya başladılar. Faruk Gürler’in Cumhurbaşkanlığı, Muhsin Batur’un Başbakanlığı’nda anlaştılar.
Devrim Dergisi çevresindeki sivil darbecilere de çeşitli bakanlıklar veriliyordu. Plana göre, cunta darbeyi gerçekleştirirse Milli Eğitim Bakanı Fakir Baykurt, İçişleri Bakanı Uğur Alacakaptan, Dışişleri Bakanı Mümtaz Soysal, Sosyal İşler Bakanı Behice Boran, Gençlik Spor Bakanı Uğur Mumcu olacaktı. Abdi İpekçi, Çetin Altan, Aziz Nesin, İlhan Selçuk, Hasan Cemal gibi isimler kalemleriyle devrimi teşvik ediyordu.
Meclis üzerinde savaş uçakları alçaktan geçmeye başlayınca, darbenin ayak sesleri duyulmaya başladı. Fakat Faruk Gürler ve Muhsin Batur arasında uyum sağlanamamıştı. Tümgeneral Celil Gürkan ve adamları, gerekirse Faruk Gürler’in karnına kurşun sıkmak pahasına onları devre dışı bırakıp darbeyi gerçekleştirmeye kararlıydı. Fakat Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın tereddüdü, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu’nun tarafsız kalması, Birinci Ordu Komutanı Faik Türün’ün askeri müdahaleye karşı olması, Celil Gürkan’ın elini kolunu bağlamıştı.
Faik Türün Paşa 9 Mart darbecilerine meydan okuyor
Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, Türün’ün tavrını değiştirmesi için, “Harekete karşı çıkmaya kalkarsan, Eskişehir’den savaş uçaklarını kaldırırım” mesajını şifreli olarak gönderdi.
Orgeneral Faik Türün oldukça sert cevap verdi:
“Uçakları havalandırırsın ama ya Moskova’ya ya da Sofya’ya indirirsin. Türkiye’de indirecek yer bulamazsın.”
Orgeneral Faik Türün, “Eğer Millî Demokratik Devrimciler Ankara'da darbe yapacak olurlarsa, TBMM'yi derhal İstanbul'da toplayacağını ve Meclis'in alacağı kararla Ankara'daki darbecilere karşı 1. Ordu ile harekete geçeceğini” ilan etti. Faruk Gürler'in sol darbecilerden ayrıldığı, "Yavuz Bey" kod adını kullanan Muhsin Batur'un ise tek başına bu işe kalkışamayacağı ihtimali belirince cuntacılar 9 Mart 1971 günü darbe yapmak istediler. Liderleri Kara Kuvvetleri karargâhında bir Tümgeneral olan Celil Gürkan'dı. Ama Gürkan, kendi deyişiyle 'düğmeye' basamadı ama ok yaydan çıkmıştı. 10 Mart günü Ankara'da, daha önce adı bile duyulmamış olan 'Genişletilmiş Komuta Konseyi' toplantısı yapıldı, toplantıya ordudaki bütün orgeneraller ve Ankara'da görevli korgeneraller davet edildi.
1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün, Ankara'ya gitmeden önce eşi ve çocuklarını sol-darbeci genç subaylardan korumak için memleketine bir akrabasının yanına gönderdi, sonra da toplantı öncesi Ankara Garnizon Komutanı olan kardeşi Tümgeneral Tevfik Türün'ü arayarak tedbir almasını istedi. Bunun üzerine Ankara garnizonundan askerler gün boyu devam eden toplantı boyunca, daha doğrusu Orgeneral Faik Türün sağ salim dışarı çıkana kadar, Genelkurmay karargâhını kuşatarak 'emniyete’ aldılar.
İşte bu toplantıda 9 Mart 1971 tarihinde planlanan darbe, içlerinde Mahir Kaynak ve Mehmet Eymür'ün de bulunduğu Millî İstihbarat Teşkilatı mensuplarının durumu ve o dönemde ilgili toplantılara sızmış olan Korgeneral Atıf Erçıkan'ın toplantılarda aldığı kaset kayıtlarını Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve 1. Ordu Komutanı Faik Türün'e haber vermesiyle akamete uğratıldı.
Aynı toplantıda, 12 Mart günü hükûmete muhtıra verilmesi kararı alındı. Muhtıra, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur imzasıyla verildi.
Adalet Partisi’nde bile muhtıraya destek verenler
Başbakan Süleyman Demirel, desteğiyle Cumhurbaşkanı olan Cevdet Sunay’ı telefonla defalarca aramasına rağmen, Cevdet Sunay telefonlarına bakmadı.
Muhtıra Parlamento'da okundu ama milletvekillerinden tepki olmadı. İçinden çıkardığı ve güvenoyu verdiği meşru hükümetin arkasında duramadı. Muhtırayı yırtıp çöp kutusuna atamadı. CHP zaten muhtıradan yanaydı ama Adalet Partisi içinde bile muhtıraya destek olanlar vardı.
Demirel için, hükümetin istifasını sunmaktan başka çare kalmamıştı.
Basın, üniversite 27 Mayıs’ta olduğu gibi darbeden yanaydı. Ankara Hukuk Fakültesi'nden iki şöhretli profesör Bülent Nuri Esen ve Bahri Savcı "Muhtıra, Anayasa'ya uygundur" açıklaması yaptı. Sivil toplum kuruluşları ve meslek odaları muhtırayı alkışlama ve destek mesajı yayınlama yarışına girdiler. Türk Hukuk Kurumu, DİSK, Türk-İş, Mimarlar Odası, Devrimci Avukatlar Derneği, Öğretmenler Sendikası, Devrimci Gençlik Federasyonu darbeyi sevinçle karşıladılar. Cumhuriyet gazetesi sahibi, “Çocuklar gibi sevindik” diyordu. Tercüman, Yeni Asya hariç bütün basın darbeden yanaydı.
Atatürkçülük yeniden ikame edilecek, devrimler asker eliyle tekrar uygulanacak, ezan yeniden Türkçeye dönüştürülecek, Kur’an Kursları, İmam Hatipler, dini eğitim yeniden yasaklanacaktı. Bu beklentilerini dile getiren yazarlar büyük bir sevinç içindeydi.
Sol sevinir, bayram yaparken muhafazakârlar üzgündü. Süleymancılar kurslarının, Nurcular Risalelerin yasaklanması korkusunu duyarken, Milli Nizam Partisi gönüllüleri ise dindar kitleyi toparlamış, yeni bir rüzgâr yakalanmış, halkı etkilemişken bu gayretlerin akamete uğramasından üzülüyordu.
Ama Almanya’ya giden Erbakan, “Hiçbir şey olmamış gibi çalışacağız, daha çok gayret göstereceğiz, Milli Görüş artık durdurulamaz” diyordu.
Gelecek yazı:
Milli Görüş Tarihi-9
12 Mart meğer solaymış
Almanya’daki Milli Görüşçüler