MSP, inananlara yapılan baskıların kaldırılması, şahsiyetli bir dış politika uygulanması, ağır sanayi hamlesinin başlatılması, haşhaş üretim yasağının kaldırılması, İslam ülkeleriyle ilişkilerin artırılması, Demirel zamanında kapatılan ya da inşaatı durdurulan imam hatip okullarının açılması, Diyanet teşkilat kanununun çıkarılması, diyanet teşkilatı kadrolarının güçlendirilmesi, vakıflara cami onarım ve inşaatı için yardım yapılması, İslam ülkelerinde okuyanların diploma denkliklerinin kabul edilmesi gibi konulara CHP ile yapılan koalisyon protokolünde yer verilmesi şartıyla CHP ile bir koalisyon hükûmeti kurulmasında herhangi bir sakınca olmadığını beyan etmişti.

MSP ve CHP kurmayları arasındaki ilk ciddi temas ise Adana Milletvekili Erol Çevikçe’nin evinde gerçekleşmişti. Bu görüşmeye MSP’yi temsilen Süleyman Arif Emre ve Oğuzhan Asiltürk, CHP’yi temsilen ise Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve Ankara Milletvekili Cahit Kayra katılmıştı. CHP ile varılan ilk mutabakat Maliye Bakanlığının MSP’de, İçişleri Bakanlığının ise CHP’de olmasıydı. Bu durumun vuku bulması üzerine milletvekili olmayan dışarıdan bir bakan olarak YTP eski genel başkanı Ekrem Alican’ın atanması gündeme geldi.

Bu amaçla Süleyman Arif Emre ve Necmettin Erbakan bizzat İstanbul Yeniköy’deki evinde Alican’ı ziyaret ettiler. Ekrem Alican, bu göreve uygun maliye uzmanlarının bulunabileceğini belirtti, derinlemesine düşünmek için zaman istedi. İkili bu gelişme üzerine Ankara’ya döndü ancak ertesi gün CHP kanadı fikrini değiştirdiği için Maliye Bakanlığının CHP, İçişleri Bakanlığının MSP idaresinde olması kararlaştırıldı.

Kurulan hükümette, Necmeddin Erbakan Devlet Başkanı ve Başbakan yardımcısı olarak görev alırken, Süleyman Arif Emre Devlet Bakanı, Şevket Kazan Adalet Bakanı, Oğuzhan Asiltürk İçişleri Bakanı, Korkut Özal Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı, Fehim Adak Ticaret Bakanı, Abdülkerim Doğru Sanayi ve Teknoloji Bakanı oldu.

12 Mart ara rejimi sonra ermiş, Türkiye’de yeni bir dönem başlamıştı. Adalet Partililer, Süleymancı ve Nurcular hükümetin kurulmaması için mücadele vermiş olmasına rağmen, hükümet geniş bir tabanda umut oluşturmuştu. Merak ve heyecanla takip ediliyordu. Başbakan Ecevit basın tarafından övgüyle karşılanıyor, her yerde güvercinler uçuruluyordu.

 

CHP-MSP hükümetinde çıplak heykel krizi

26 Ocak 1974 tarihinde kurulan hükümet, Mart ayına gelindiğinde koalisyon ortakları arasında ilk kriz yaşandı. Cumhuriyetin 50. yıldönümü kutlamaları çerçevesinde İstanbul'da dikilen çıplak bir heykel, MSP tarafından tepkiyle karşılandı.

Türkiye Cumhuriyeti'nin 50. Yılını Kutlama Komitesi tarafından Türkiye'de cumhuriyetin ilanının 50. Yılı anısına ısmarlanan ve İstanbul'un açık alanlarına yerleştirilen Cumhuriyetin 50. yılı heykellerindendi krizi çıkaran heykel.

Gürdal Duyar'ın, Güzel İstanbul adını taşıyan çıplak heykeli, 10 Mart 1974’te kutlama komitesi tarafından Karaköy Meydanı’na hâkim bir yer olan, Bankalar Caddesi ile Kemeraltı Caddesi'nin kesiştiği yere dikildi. Heykel halk tarafından tepkiyle karşılandı.

Heykel, Karaköy Meydanı’nda 9 gün kaldıktan sonra koalisyon ortağı Millî Selamet Partisi'nin talebi üzerine "Türk anasını hayasızca teşhir edici" nitelikte olduğu gerekçesiyle İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk tarafından kaldırıldı ve Belediye Şantiyesine atıldı. Cumhuriyet ve Milliyet gibi yayın organları “Güzel İstanbul” heykelini demokrasinin bir gereği olarak savunuyordu. Ancak CHP koalisyonun bozulmaması için heykelin kaldırılmasını kabullenmek zorunda kaldı. Bu olay, CHP için MSP ile koalisyonun kolay geçmeyeceğinin ilk işaretiydi.

CHP bir yandan hızla kadrolaşıyor, bir yandan hükümet protokolünde olmadığı halde 141-142 maddelerin kaldırılması ve genel af için elini hızlı tutmaya çalışıyordu. Mayıs ayı geldiğinde af meselesini gündeme getirdi.

Erbakan buna derhal karşı çıktı. TBMM de bu af meselesine yanaşmıyordu. Ama Ecevit bir kere söz vermişti.

 

Af meselesi

MSP'li bakanlar af konusunda yaptıkları her konuşmada eylemci suçların af edilmeyeceğini tekrarlıyordu. Tabanca, bomba, bıçak gibi âletler kullanarak terör yapanlar af edilmeyecek diyorlardı.  Ama basın ve CHP sanki birlikte af sözü vermişler havasını yayıyorlar ve kamuoyunu şaşırtıyorlardı. Üstelik CHP milletvekilleri Kur'an âlimi kesilerek ahde vefa hakkında âyetler aktarıyorlardı.

Af Kanunu gündeme gelince Yeni Asya camiası ve diğer dini çevreler ayağa kalktı. Af Kanunu, onlara göre sadece komünistlerin af edilmesi demekti. MSP dini çevrelerin yoğun baskısıyla karşı karşıya kaldı. Nurcu kökenli milletvekilleri, Ahmet Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu gibi isimler ne yapacaklarını bilemez hale geldiler.

Süleyman Demirel de, Erbakan ve arkadaşlarını sıkıştırmak için Af Kanunu aleyhinde yoğun bir kampanya yürüttü. Bütün bu baskılara rağmen kanun, Meclis'in gündemine geldi. Maddeler birer birer çıkmaya başladı. Dindarları hedef alan 163. madde Meclis'ten geçti, solcuları hedef alan maddelerden 146. madde de af kapsamına alındı. Sıra 141-142. maddelere gelince MSP içindeki Nurcu kanat karşı çıktı. 141 ve 141. maddenin af kapsamı dışında kalması için Ahmet Tevfik Paksu ve 21 arkadaşı, bu maddelerin aleyhinde oy kullandılar. Kanun çıkmış, ancak solcuların çoğu af kapsamı dışında kalmıştı. (14 Mayıs 1974)

Bunun üzerine Ecevit af konusunu Anayasa Mahkemesi'ne götürdü ve Anayasa Mahkemesi, 141 ve 142. maddenin de af kapsamı içine alınmasına karar vererek solcuların salıverilmesini sağladı. (Temmuz 1974)

Anayasa Mahkemesi, koalisyon ortağı MSP ve Meclis razı olmadığı halde affın çıkmasına karar verince, AP ve o partiyi destekleyen kimi çevreler yoğun bir propagandaya başladı. Onlara göre Erbakan Ecevit'le bir olmuş, komünistleri cezaevinden dışarıya salmıştı. AP'yi destekleyen sağcı grubun gazeteleri Tercüman ve Yeni Asya bu yoğun propagandanın başını çekiyordu.

Nurcuların Yeni Asya gazetesi, 73 seçimlerinde MSP ve CHP’nin başarılı çıkması, Adalet Partisi’nin yüzde 46’lardan yüzde 29’a düşmesi karşısında büyük hayal kırıklığına uğramıştı. İşte hep savundukları gibi, Erbakan Adalet Partisi’ni bölmüş, CHP’yi iktidar yapmıştı. CHP ile koalisyon kurmuş, anarşistlere af çıkarmıştı. Sanki Anayasa Mahkemesi değil de, MSP tek başına anarşistleri affetmiş gibi yayın yapıyorlar, manşetlerini haberlerini sürekli Erbakan aleyhinde kullanıyorlardı.

Oysa dindarlar için oluşturulan 163. madde de kalkmış, binlerce dindar aftan yararlanmıştı. Mehmet Kırkıncı, Fethullah Gülen, Mustafa Sungur, Şerafettin Kartal gibi isimler de bu aftan yararlanarak serbest kalmıştı. Necip Fazıl, Kadir Mısıroğlu, Mehmet Şevket Eygi gibi isimler de bu aftan yararlanan isimlerdi.

 

Erbakan düşmanı Yeni Asya’ya ağabeyler tepkisi

Yeni Asya bu süreçte tamamen siyasileşmiş, Demirel yanlısı Erbakan düşmanı bir gazeteye dönüşmüştü. Bu durum Nurcuların genelinde daha önce de var olan rahatsızlıkları artırdı. Risale-i Nur’ların halka aktarılması gayesiyle kurulan gazetenin Adalet Partisi yayın organı haline gelmesinden hoşnut olmayan Abdullah Yeğin, Said Özdemir, Hüsnü Bayram, Ahmet Aytimur, Abdülkadir Badıllı ve onlarla birlikte hareket eden vakıflar gazeteyi almamaya, aldırmamaya başladı.

Bu durumdan gazetenin başında olan, Minyeli Abdullah romanının yazarı Hekimoğlu İsmail de rahatsızdı.

Hekimoğlu İsmail, 1972’de askeriyeden emekli olup İstanbul’a gelince haftalık İttihat gazetesinin yerine günlük yayınlanmaya başlayan Yeni Asya gazetesine yazı işleri müdürü olarak işe başlamıştı. Maaş yoktu, sadece evin kirasını ödeyeceklerdi. Aynı zamanda gazetenin en çok okunan yazarıydı, her gün yazı yazıyordu. Üstelik her akşam ya konferans veriyor veya dini sohbetlere katılıyordu.

Ancak gazete Demirel’i savunmak adına, başka partilere oy veren dindarlar aleyhinde yayın yapınca hoş karşılamadı. Özellikle Erbakancılara yönelik aleyhte yayınlar cemaat içinde de rahatsızlığa yol açıyor, bazı Nurcu ağabeyler bu konuyu dile getirse de gazete yönetimi bildiğini okumaya devam ediyordu. Bu neşriyat yüzünden Risale-i Nur’lara soğuk bakan dindarlar vardı. Nurcu demek Demirelci demek ithamları ortada dolanıyordu.

Bu durum yazılara, başlıklara da yansıyor, bu da Erbakancılar Nurcular kavgasına sebep oluyordu. Gazete, Nurculuk eşittir Demirelciliktir gibi bir yayın anlayışındaydı.

Yeni Asyacılar, CHP-MSP koalisyonu için şeytan ile melek siyaseten kardeş oldu diyordu. (İslam Yaşar, Serencam, s. 219, Yeni Asya Neşriyat, 2019)

Yeni Asya’nın yazı işleri müdürü Hekimoğlu İsmail, “Erbakan’ı sevenler, peşinden gidenler de Müslüman, onların aleyhinde alenen bulunmamalı” itirazında bulunuyor, bu yüzden bazen şiddetli tartışmalar yaşanıyordu. Bir keresinde iş kavgaya dönüştü. “Erbakancılar aleyhinde bulunamazsınız, Demirel’i bu kadar savunamazsınız” dedi.

Birkaç kişi ayağa kalktı hışımla:

“Bu gazetede bizim, istediğimizi yaparız kimse karışamaz!” dediler.

Hekimoğlu İsmail öfkeyle bağırdı.

“Bu gazete ümmetin malı, Risale-i Nur’un prensiplerine uygun yayın yapılmalı.”

İri yarı biri üzerine yürüdü. O da ona doğru yürüdü. Birbirlerine girecekken araya girdiler. Çeketini alıp ayrıldı. Yeni Asyacılar, onu Erbakancı olmakla itham ettiler.

Hekimoğlu İsmail’in ayrılması, cemaatte büyük bir sarsıntıya yol açtı. Minyeli Abdullah romanıyla gönüllere taht kuran, gazetenin en çok okunan ve sevilen yazarın, üstelik yazı işleri müdürü iken Erbakan’a düşmanlık nedeniyle ayrılması, büyük tartışmalara, gazeteye yönelik soru işaretlerinin çoğalmasına yol açtı. Bediüzzaman’ı ve eserlerini nazara vermesi gerekirken, siyasi bülten gibi Demirelcilik yapılması tabandan tepki görüyordu.

Şimdi pek çok ağabey sadece gazeteyi değil, Yeni Asya yayınlarının yayınlattığı kitapları da aldırmıyordu. Gazetenin ve cemaatin başındaki Mehmet Kutlular, bu durum üzerine çeşitli illeri dolaştıysa da, çoğunu ikna edemedi. Zaten sert ve soğuk yapısı, tartışmaya meyyal fıtratı diyaloğu zorlaştırıyordu. Aslında Hekimoğlu İsmail gibi, bazı gazete çalışanları da Erbakan düşmanı yayınlardan rahatsızdı, bir kısmı ayrılmıştı ancak bazıları sesini çıkarmaktan çekiniyordu.

Abdullah Yeğin, “Kutlular kardeş, kendini aktüel ve siyasi hadiselerin heyecanına kaptırmış” derken, Mehmet Feyzi Efendi, yanına gelen Mehmet Kutlular’a, “Risale-i Nur her şeye kafi değil midir?” diyordu.

“Elbette kafidir,” dedi Kutlular.

“O halde gazete çıkarıp kitap neşrederek dikkatleri dağıtmaya ne gerek var?”

“Gazete ve kitaplar zamanın iktizası için gereklidir, dikkatleri dağıtmak için değil. Ağabeyler tarafından istişare edilerek çıkarılmasına karar verilmiştir.”

“Biz o kanaatte değiliz. Burada pek çok kardeş de böyle düşünüyor. Zaten gazeteye pek çok ağabey de karşıydı. Gazetenin dershanelerde okunmasına karşıyız.”

Mehmet Kutlular, bu tarz görüşmelerde sert tartışmalara ve ithamlara girince, olay daha da büyüdü. Bunun üzerine araya Mehmet Kırkıncı, Osman Demirci, Tahiri Mutlu, Mustafa Sungur gibi isimler girdi, ortalık biraz yatıştı. Ancak Abdullah Yeğin, Said Özdemir, Hüsnü Bayram, Ahmet Aytimur ve vakıflar ikna edilemedi. (İslam Yaşar, Serencam, s. 228, Yeni Asya Neşriyat, 2019)

 

Kıbrıs harekâtına doğru

Af meselesi tartışılır, Tercüman, Son Havadis, Sabah, Yeni Asya, Bayrak gibi sağın önde gelen gazeteleri Ecevit'ten çok Erbakan'a saldırırken Temmuz ayında gündem değişiverdi. 

Yunanlılaştırma hadisesine ve Rumların zulmüne maruz kalan Kıbrıslı Türkleri kurtarmak için Kıbrıs'a çıkarma yapmaktan başka yol kalmamıştı. Daha önce yapılması plânlanan hareket teşebbüsleri akamete uğramıştı hep. Londra ve Zürih Anlaşmaları'ndan sonra, bu anlaşmaların verdiği imtiyazla Makarios 1963 yılında Kıbrıs Türklerine verilmiş bu hakları geri alınca İnönü hükümeti adaya müdahale etmek istemiş ama ABD Başkanı Johnson bir mektup gönderince müdahale fikrinden vazgeçmişti.

Oysa garantörlük haklarımız vardı, bu hakkımıza bir mektup engel oluvermişti. 1967 yılında Makarios daha da şımarmış, Türkleri ada idaresinden büsbütün uzaklaştırmıştı. Katliamlar, zulümler vardı ama Türkiye'de kımıldama yoktu. Garantörlük hakkı hâlâ akla getirilemiyordu. Demirel hükümeti de, Amerika izin vermediği için harekâta girişemiyordu.

Bütün yaptıkları yanına kâr kalan Makarios, Türkiye'nin kendisine hiçbir müdahale yapamayacağına inanıyordu artık. İşi daha da azıtıyor, Yunan devlet adamlarına bile kafa tutabiliyordu.  O zamanlar bir darbeyle Yunanistan'a hâkim olan askeri cunta, hiçbir ülke tarafından tasvip edilmediği ve Rusya tarafından faşist cunta şeklinde itham edildiği için Makarios Ada'da istediği gibi cirit atıyordu. Türkiye'nin ise Amerika tarafından eli kolu bağlıydı, bir şey yapamıyordu. Birleşmiş Milletler de, Ada'daki Türk mezalimine seyirci kalmıştı.

MSP Ada'ya müdahalenin gerekli olduğunu düşünüyordu. Ordu da buna hazır ve istekliydi. Ama Ecevit başta olmak üzere CHP bu fikre ilk başta karşıydı. Turan Güneş, Mustafa Üstündağ, Mehmet Türkmenoğlu, Orhan Birgit, M. Yılmaz Mete gibi CHP'li isimler özellikle karşı çıkıyorlardı bazı sebeplere dayanarak.

İlk başta karşı çıkmasına rağmen Bülent Ecevit, Orhan Eyüpoğlu, İ. Hakkı Birler, Hasan Esat Işık, Erol Çevikçe, S. Çizmelioğlu, Ferda Gülay, Mustafa Ok, Cahit Kayra, Ali Topuz, Ahmet Şener gibi CHP'liler çekimser bir tavır içindeydiler. MSP'lilerle, Önder Sav, Deniz Baykal gibi CHP'liler ise harekâta sıcak bakan isimlerdi.  Kıbrıs Harekâtı için karar alınmıştı sonunda. Ordu da böyle müdahaleye hazırdı.

 

[email protected]

Gelecek yazı:

Milli Görüş Tarihi-14

Kıbrıs harekâtı ve gerçekler

Ecevit Kıbrıs Fatihi!