Hayli zamandan beri bizim millete, yani, çiftçilere, esnafa, zanaat sahiplerine, tüccarlara, müteahhitlere, elhasıl para-pul ile iştigal eden herkese bir haller oldu. Mâkul kâr ve bereket unutuldu. Aşırı kazanç, fahiş kâr, köşeyi dönmek esas alındı. Bunun adı resmen “açgözlülük” ve ölçüsüzlüktür. Geçenlerde bir vatandaşın sosyal medya hesabında yazdığını okudum. Bir bakkaldan gofret almış. Kaç lira demiş, 3 lira olduğunu söylemiş. “Az ötedeki markette sordum, aynı marka aynı gofret için 5,5 lira dedi. Sen niye bu fiyata veriyorsun?” deyince bakkal şu cevabı vermiş: “Ben bu fiyattan satınca kâr ediyorum. Bu kâr bana yetiyor. O marketteki aşırı fiyat koymuş. Ona da karışamam.”

Doğrudan iktidardakileri ilgilendiren fiyat artışlarına karşı yapacak bir şey yok. Elektrik, doğalgaz, akaryakıt, vergiler vs. almış başını gidiyor. Hangi fiyattansa “mecburen” alıyoruz, ödüyoruz, vergimizi veriyoruz. Başka ne yapabiliriz ki!.. Ancak bizi, bütçemizi yakından ilgilendiren diğer kesim için yapacaklarımız var. Diyelim şekeri stoklayıp da sonradan fahiş kârla satanlara, pandemiyi bahane ederek fiyatları artırdıkça artıranlara, yaptıkları tamiratlara dudak uçuklatan “el emeği” isteyenlere karşı yapacağımız var. Şahsen ben bu fırsatçıları, stokçuları, açgözlüleri defterimden siliyorum.

Allah fakir fukaranın yardımcısı olsun. Bulgurun kilosu 14 lira, mercimeğin kilosu 30 lira olmuş. Pirinci, eti, tavuğu, sütü, diğer zarurî gıda maddelerini saymıyorum. Şimdi sorsan, döviz arttı, nakliye arttı vs. diyecekler… Bulgurun, mercimeğin dövizle ne alakası var? Akaryakıt artınca nakliye ücreti de artar, tamam. Bir kamyonet tuttun, on çeşit bakliyat ürününü ve diğer ürünleri çuvallarla getirdin. “Nakliye bedelini” mâkul bir şekilde pay et. Mâkul bir kâr marjı koy. Diyelim yüzde 20… Bu sana yetmeli. “Allah bereket versin” de. Yüzde 50, hatta bazı ürünlerde yüzde 100, yüzde 300, hatta yüzde 500 kazanmaya çalışmak ne oluyor. Elbise, ayakkabı, ev, araba, kira, vs… Say sayabildiğin kadar. Aklınıza ne geliyorsa, her üründe, her sahada mâkul kâr ve bereket unutuldu.

Mübarek Kurban Bayramı yaklaştı. Yahu koyunun kilosu 70 lira olur mu? 60 kiloluk bir koyun alan 4.200 lira ödeyecek. 250 lira da kasap efendi istiyor. Buyurun 4.450 lira. Daha 6 ay önce tenekesi 450 lira olan zeytinyağı (17 kg) 1.200 lira olmuş. El-insaf. Tenekelere koymuşsun, depona yerleştirmişsin, niçin bu şekilde durmadan fiyat artırıyorsun? Her şey böyle. Evet umûmî piyasada bir dengesizlik var. Ancak insanlarımızda da bir ölçüsüzlük var. Mâkul kâr ve bereket unutuldu. Öşür ve zekâtın her nevi unutuldu.

Bunun neticesinde de bereketsizlik başladı. Eline çok para geçen de “Geçinemiyoruz” diyor. Niçin? Çünkü bereket yok.

Dedelerimize ve onların çağdaşlarına bakıyoruz. Onların zamanında bir bolluk ve bereket vardı. Bunun temel sebebi, çiftçiler mahsullerinin öşrünü, yani zekâtını verirlerdi. İkramı, hediyeyi, infak etmeyi çok severlerdi. Anam rahmetli anlatırdı; iki dedem de mahsullerini kaldırınca, diyelim buğday, mercimek, arpa, harman yerine yığarlarmış. Tahta mühürle mühürlerlermiş. Evlerine bir avuç buğday bile almazlarmış.

Önce hesap edip öşürlerini, yani zekâtlarını fakir fukaraya verirlermiş, ondan sonra eve alacaklarını alır, satacaklarını satarlarmış. Karaca dedemin petekleri varmış. Muazzam miktarda bal elde edermiş. Ancak bir kilosunu bile satmazmış. Köydeki bütün hanelere neredeyse bir kış yetecek kadar kilolarca bal dağıtırmış. Eşine, dostuna, ahbabına hediye olarak verirmiş. Rabbim de kendisine diğer ürünlerden bolca ihsan edermiş. Fatih Sultan Mehmed’in Edirne’de esnaflardan yaptığı alışveriş meşhurdur. O tok gözlü esnaflar, “Biz siftah ettik, bu ürünü de henüz siftah etmeyen komşumuzdan alınız” derlermiş. Peki şimdi öyle mi? Evet iyice gün yüzüne çıkan umûmî bir sıkıntı var. Kabul. Ancak bir gerçek de şu ki: Mâkul kâr ve bereket unutuldu. Arabası bozulan tamirciye gitmeye, ev eşyaları arızalanan servis çağırmaya, elektrik, tesisat, marangoz işleri için usta çağırmaya korkar olduk. Niçin? Mâkul kâr, bereket ve insaf unutulduğu için…