HAYRET ya da şaşkınlık, insanın duyu yetilerinin mutat ya da olağan dünyası ve onun sınırları dışında gerçekleşen olaylar, durumlar ve olgular karşısında alışılmadık ve olağanüstü nitelikte verdiği tepkilerin bir yansıması şeklinde tanımlanabilir. En azından bu şekilde tanımlanabileceğini şimdilik kabul edelim. Elindeki bir bez parçasını şapkasına koyup söylediği birkaç anlamı bilinmeyen kelimeler ile aynı şapkadan bir demet gül çıkaran sihirbazın davranışına karşı duyu yetilerimizin verdiği tepkiyi hayret olarak nitelendirir, şaşkınlığa düşmüş bir yüz ifadesiyle gösteririz. Çoğunlukla kendi rekorunu son kez kırmak üzere bilmem kaç katlı “gökdelen”in cam duvarından, adeta kaldırımda yürür gibi, aşağıya doğru seyirten göstericiyi de öyle. Fiziğin en temel, ama hem basit, hem de anlaşılması ve anlatılması en zor olabilen hareket, sürtünme ve yerçekimi konusunu kavramamış bir kimse, bilmem kaç ton ağırlığındaki bir uçağın hava boşluğunda süzülüp gidişini de o kimse hayretle ve şaşkınlıkla karşılayabilir. Veya bir tür deniz kaplumbağalarının yumurtalarından çıkıp kendilerini bekleyen tehlikelerden, avcılarından kurtularak denize ulaştıktan sonra etrafa dağıldıklarını, ancak on beş, yirmi yılın sonunda, yumurtalarını bırakmak için aynı ada kumsalına geldiklerini öğrendiğimizde, kendimizi hayret dalgasında buluruz, belki biraz olsun düşünebiliriz de.
Duyu yetisinin tepki şeklinde nitelendirdiğimiz devinimi, alışılmadık ve olağanüstü görünseler de, tepkide bulunanın durumunu da ortaya koyar. Akıl düzeyinde bu durumu bilgisizlik olarak tanımlamak mümkündür. Sihirbaz, bilgi elde etmek için izlenmesi gereken usulün dışında bir usule başvurmuştur, ama o usul bizim muhakememizin dışındadır. Diğer örnekleri de bu çerçevede açıklamak söz konusu olabilir.
Fakat duyu yetileri sahip olmaları gereken özellikleri kaybetmişler veya yeterince işleme gücünde değillerse, görülen olaylar, durumlar, olgular hep aynı mahiyetteymiş gibi algılanırlar. Tanıdık bir şeker hastası, yanında oturduğu sobanın parmaklarını yaktığını duyumsamadığını anlattığında, dehşet içinde bir hayret duygusuna kapılmış, o anda parmaklarımın yanmakta olduğu gibi duygu yoğunluğunu yaşamaya başlamıştım. Çünkü bu hastalıktan mustarip olanların böyle bir durum içinde bulunduklarını bilmiyordum.
İçinde yaşadığımız ortamda, gerek birey olarak, gerekse toplum olarak, hayret etme niteliğini yitirmiş veya önemli ölçüde duyu yetilerimizin güç kaybına uğramış gibi olduklarını düşünmeden edemiyorum. Somut olaylar üzerinde örneklendirmede bulunulabilir. Sosyal güvenlik konusunda uzman birinin anlattığı bir durum, doğrusu hayret ve şaşkınlığa düşürdü beni. Hukuk bağlamında ele alındığında, bugün “milletvekilliği” imtiyazlı bir statü niteliği kazanmış, daha doğrusu kazandırılmış bir “meslek” halini almış gözüküyor. Geçmiş yıllarda, bu statüde bulunanların maaşlarına zam yapma teklifi, kamuoyunun hayret tepkisiyle karşılanırdı, bir yönüyle de bu tepki caydırıcı bir işlev görürdü. Fakat yakın zamanda çıkarılan bir yasayla, maaş artışına esas alınan Başbakanlık Müsteşarının aylığı değil, Cumhurbaşkanının aylığı esas alınmış ve Meclis aldığı bir kararla Cumhurbaşkanı’nın maaşını artırmak suretiyle, “milletvekillerine” zam yapar olmuş. Bu durumda ortaya çıkan tepki, artık hayret değil, hayretin dumura uğraması olarak tanımlanabilir ancak. Keza, gerçekten, en duyarsız yürekleri bile kanatan, aynı zamanda “kanırtan” ve terör olarak nitelenen olay ve durumlar da, hayret etme duyu yetisini, insani boyutundan sıyırmış ve soyutlamış, bir itham aracına veya silahına dönüştürülmüş gibi gözüküyor. Bu tür olay ve durumlar karşısında hayret ederken, ithamda bulunuyoruz, kuşkuya sarılıp evhama bel bağlıyoruz adeta. Tezkeresini almış, baba ocağına gitmesini sağlayacak helikoptere binerken hayatını kaybeden o hasret yüreğin, evine-ocağına, ana-babasına, belki de yavuklusuna kavuşma sevincinin yok edilişini, hayretsiz bir şaşkın duyguyla ancak haber kabilinden duyuyoruz. İnsanın ve duyu yetilerinin sadeliğini ummak ve arayıp bulmak, o kadar mı zor, o denli mi hayret verici bir şeydir acaba