Kamuoyunda hak ettiği ilgiyi göremese de, geçtiğimiz günlerde Şırnak’tan yansıyan bir görüntü, terörsüz Türkiye sürecinin istikameti ile ilgili önemli ipuçları sunduğundan sürecin okunmasında bu detaya dikkat çekme ihtiyacı hasıl oldu.
Haberi kısaca özetlersek, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş 5 Temmuz 2025 günü beraberindeki bir heyetle birlikte Şırnak’a gitti ve Cudi Dağı’nın zirvesinde vatandaşların da katılımıyla Hz. Nuh Camii’nin temel atma törenine katıldı.
Bölgeyi henüz ziyaret edemeyen veya konu hakkında malumat sahibi olmayanlar açısından bu haber çok büyük bir anlam ifade etmeyebilir elbette.
Ancak erbabı için bu gelişme oldukça önemli bir milat olarak görülebilir. Hatta terörsüz Türkiye sürecinin sembolü olarak ikonlaştırılabilir.
Bunu daha iyi anlamak için önce Şırnak ile Hz. Nuh arasındaki ilişkiden bahsetmekte yarar bulunuyor. Nitekim Cudi Dağı’nın zirvesine yapılan caminin adının tesadüfen seçilmediğini şüphesiz belirtmek gerekmektedir.
Bilindiği üzere, Musul (Ninova) doğumlu olduğu belirtilen Hz. Nuh’un tufan sonunda yerleştiği yer ile ilgili çeşitli rivayetler bulunmaktadır.
Hıristiyan kaynaklar ekseriyetle Ararat adıyla Ağrı Dağı’nı işaret ederken, bir kısım kaynaklar Yemen’e, bir kısmı da tufanın genel oluşuna atıf yapmaktadır.
İnancımız açısından bakıldığında ise Hud Sûresi 44. ayette “(Sonra) “Ey toprak, suyunu yut! Ey gök, sen de tut!” denildi. Su çekildi; hüküm yerini buldu; gemi Cudi’nin üzerine oturdu; “Zalimlerin topunun canı cehenneme!” denildi.” buyurulmaktadır.
Görüldüğü gibi Kur’an-ı Kerim’de açıkça Hz. Nuh’un (a.s.) gemisinin, Hz. Nuh’un “bereketli topraklara inme duasına” mazhar olan Cudi’nin üzerine oturtulduğu haber verilmektedir.
Cudi’nin eteklerinde bulunan yerleşim yerine Kürtçe “heştan”, yani seksenler anlamına gelen bir ismin verilmesi elbette bu inanç kaynaklıdır. Bu köyün adı sonradan “Yoğurtçular” olarak değiştirilmiştir. Ancak köyün asıl adının Hz. Nuh’un tufan sonrası beraberindeki seksen kişiyle bu mıntıkaya yerleştiğine delalet olarak verildiği bilinmektedir. Aynı perspektife atıfla, Şırnak isminin de dönemsel değişikliklerle bugünkü halini aldığı ama aslının “Şehr-i Nuh” olduğu bilinmektedir.
Bu dini temellerin kültürel bir yansıması olarak 1970’li yıllara kadar yöre halkının geniş katılımıyla “sefine” olarak isimlendirilen zirvede her yıl belli günlerde panayırların düzenlendiği, bölge genelindeki medrese hocalarının ve talebelerinin burada taştan inşa edilen mescitlerde sohbet ve ibadetler gerçekleştirdiği bilinmektedir.
Ne var ki; 1980’li yıllarla birlikte ortaya çıkan terör ve arkasından gelen köylerin boşaltılması kararıyla birlikte Şırnak ile Cudi Dağı arasındaki bu teolojik-kültürel bağ kopmuş, Cudi hem bölgede hem de Türkiye’de olumsuz çağrışımların sembolü haline gelmiştir.
Bu arka plan bilgisi üzerinden düşünüldüğünde, yarım asırlık terör arasından sonra Cudi Dağı’nın üzerine bir caminin inşa edilmesi elbette sembolik bir mahiyet kazanmaktadır.
Zira bu adım, peşi sıra sosyoekonomik ve siyasi gelişmelere kapı aralamaya namzet bir adımdır. Terör nedeniyle uzun yıllardır sanayi, tarım ve hayvancılık alanlarında neredeyse sıfır seviyelerine maruz kalan Şırnak, Cudi Dağı’yla yeniden kuracağı bağlantıyla kabuğunu kırma potansiyeline kavuşabilecektir.
Bünyesinde ibadet, konaklama, gezi, spor vb. faaliyetlerin yapılabildiği fiziki mekânları barındıran, teleferikle ulaşımın sağlandığı bir merkeze dönüşmesi durumunda, sefine yerleşimi, inanç turizminde önemli bir rota ve cazibe merkezi olacaktır.
Maddi kalkınmaya kaynaklık edecek bu gelişme, manevi kalkınma hamleleriyle desteklendiği takdirde ise terörü teşvik eden küresel ve yerel aktörlerin emelleri boşa düşürülmüş olacaktır.
Ancak şurası da unutulmamalıdır ki; terör konusu yalnızca ekonomik saiklerle çözümlenecek basitlikte de değildir.
Cudi’nin yaşadığı gelişme, gerçekte aslına dönme sürecidir. Terörsüz Türkiye sürecinde olması gereken de Türkiye’nin kendi aslına, özüne, ruh köküne dönme süreci olmalıdır.