Ebu Hanife, gerek Emevi ve gerek Abbasi halifeleri tarafından kendisine teklif edilen kadıyu’l-kudatlık/baş kadılık (en yüksek yargı organı başkanlığı) mevkiini, Emevi ve Abbasi yönetimlerini meşru görmediği, zulümlerine ve keyfi yönetimlerine kendisi aracılığı ile kılıf aradıkları ve Arap ırkçılığı yaptıkları gerekçesiyle reddetmiştir.
Kendi dönemindeki Emevi ve Abbasi halifelerinin zulme sapan, adaletsiz ve keyfi yönetimlerine karşı muhalefet edenleri, modern siyasal teorinin kavramı ile ifade edecek olursak bir tür, ‘sivil itaatsizlik’ eylemi ile ilmi ve malı ile desteklemiştir.
Ebû Hanife’nin muhalif kimliği ve adalet merkezli siyasal fıkhının en önemli dinamikleri, adalet, şura ve rıza merkezli bir yönetim anlayışı, zulme rıza göstermeyen muhalif ve hakperest duruşu ve hayatı pahasına da olsa doğruyu ve hakikati dile getirmekten korkmayan tavizsiz tutumudur.
Bu tutumu gereği, iktidar sahiplerinin Ebû Hanife’nin muhalefetini susturmak ve meşruiyetlerini sağlamak adına sunmuş oldukları her türlü imkân, para, makam, mevki, şöhret, zenginlik ve itibar tekliflerini, hakikati savunma ve ayakta tutma ideali uğruna reddetmiştir.
Ebû Hanife’nin Emevi ve Abbasi halifeleri tarafından sunulan görevleri kabul etmemesindeki temel faktör, hukuku siyasetten bağımsız görmemesi, saraya eklemli bir âlim portresinden ve hukuk ile kayıtlı olmayan saltanat düzenine alet olmaktan kaçınmak istemesidir.
Emeviler döneminin meşhur Irak valisi İbn Hübeyre Ebû Hanife’ye defalarca kadılık teklifi sunmuş, fakat Ebû Hanife reddetmiştir. İbn Hübeyre tarafından yapılan teklif şuydu: “Üzerine imza koymadığın hiçbir kanun yürürlüğe konmayacak, sen izin vermeden devlet hazinesinden kuruş çıkmayacak.” Bu, en yüksek yargı ve yürütme gücünün onun eline verilmesi demekti. İmam şiddetle reddetti. Vali Ebû Hanife’yi zindana atarak işkence etmeye başladı. Onu her gün kırbaçlatıyordu. Dönemin diğer fakihleri, “Kendine yazık etme; biz nasıl istemeyerek kabul etmişsek sen de öyle yap!” dedilerse de Ebu Hanife bu teklifi şu kesin sözlerle reddetmiştir:
“Eğer vali benden Vasıt Mescidi’nin kapılarını saymak gibi sıradan bir iş istesin, yine kabul etmem. O, bir insanın zulmen katline hükmedecek, ben mühür basacağım ha? Yahut haksız yollarla malları gasp edecek, ben onaylayacağım öyle mi? Vallahi, Allah şahidim olsun ki, bu mümkün değil.”
Bu, onun zalim olarak nitelendirdiği bir iktidarla asla beraber çalışmak istemediğinin ifadesi idi. Allah katında bundan sorumlu olacağını düşünüyordu. Bu nedenle valinin teklif ettiği hiçbir görevi kabule yanaşmadı. Vali de onu hapse attırdı. Orada Ebû Hanife’yi her gün dövüyorlardı. Nihayet hapishane görevlisi böyle giderse Ebû Hanife’nin bu işkenceden öleceğini fark ederek İbn Hübeyre’ye durumu iletti. İmamın ölmesi valinin işine gelmezdi, çünkü halk Ebû Hanife’yi valinin öldürdüğünü düşünerek ona karşı bilenecek, belki de durum iyice kontrolden çıkacaktı. Ama yemininden de dönemezdi, zira bu kendisi için önemli bir itibar kaybı olurdu. Nihayet orta bir yol buldu. Ebû Hanife’ye, “Mühlet istesin ki mühlet verelim” diye haber yolladı. Ebû Hanife de, “Arkadaşlarımla bir istişare yapayım” deyince İbn Hübeyre onu salıverdi. İmam hapisten kurtulunca Mekke’ye kaçtı ve Emevî hilafeti sona erene dek yaklaşık olarak altı yıl burada kaldı.
Abbasilerin Emevilere muhalefeti ve Abbas oğulları ile Ali oğullarının birlikte ayaklanmasını ve Abbasi hilafetinin iktidara gelmesini destekleyen Ebû Hanife’nin, Abbasiler aleyhine dönmesi, ikinci halife Ebû Cafer el-Mansur’un Ehl-i Beyt’e eziyet etmeye başlaması ile gerçekleşti. Abbasi devletinin kuruluşundan hemen sonra, amca çocukları olan Abbas oğulları ile Ali oğulları arasında ihtilaflar baş gösterdi. İlk halife Ebu’l Abbas, Ali oğullarına yumuşaklıkla muamele ettiği için onun döneminde şiddetlenmeyen ihtilaflar, Halife Mansur döneminde çatışmaya dönüştü. ( DEVAMI VAR.)