Gezegenimizin tırnaklarını söküyoruz.
Gözlerini oyuyoruz.
Saçlarını yoluyoruz.
Yeni bir altın rezervine ulaşıldı.
Ulusal bayram.
Herkesin ağzı kulaklarında.
Zengin olduk.
Azgın iştiha, neler kurmuyor ki.
Petrol, doğalgaz deyip dünyanın her tarafını didik didik
etti insanoğlu.
Ne elmas madenleri bıraktı, ne yeraltı kaynakları.
Tırım tırm, hırsla, kan dökerek yeryüzünün kalbini
parçalayarak sakladığı hazineleri çıkarıp hızla tüketti.
Gezegene zarar verilmekte, ozon tabakası delinmiş,
küresel ısınma çağın baş belasıymış, çevresel kirlenme ölümcül hastalıkların
sebebiymiş kimin umurunda.
Daha fazla kazanmak için genetiği ile dalga geçilen
ürünler, insanlık soyunu tüketmekte.
Kimse dert görmemekte.
Zenginlik başa bela.
Otobanlar araç kusmakta.
Yola çıkan hasta dönmekte, bir kıyamet gibi başımıza araç
yağmakta.
Bir zamanlar insanlar taksitle beyaz eşya alırdı.
Şimdi otomobil almakta.
Mutlu mu
Değil.
İmkânlarının en son sınırı ile alabildiği aracına
girerken, gözü mahallenin havalısı, kapısının önünün delikanlısı lüks markada
kalmakta.
Dişlerini gıcırdatıp bir gün mutlaka benim de olacak diye
söylenmekte.
Hava kirliliği, toprak ve su zehirliliği sen geç onları,
anlayan dinleyen kim.
Doğanın intikamı bize intihar olarak geri dönmekte.
Etme bulma dünyası.
Aslında yok ederek, arsızca tüketerek, daha fazla
zenginliklere talip olarak, gezegenimizle birlikte intihar etmekteyiz.
Söyler misiniz şimdi zengin konutları yanında Maslak
Kasırları bir fakirhane gibi kalmıyor mu
Şehzade 2. Abdülhamit e tahsis edildiği için daha çok bu
sultanın karakterinin, emeğinin, alın terinin adeta koruya, Kasr-ı Hümayun a,
Mabeyn-i Hümayun a, Paşa Dairesi ne, Limonluğa, Çadır Köşk e sindiği.
Sultanın kendi keçilerini besleyip el emeğine önem verip
onların ürünlerini değerlendirmesini anlatın bakalım gençlere.
Muhtemelen korudaki küçük soğuk hava deposunda sakladı o
sütleri, peynir çömleklerini.
Bugünün lüks soğutucularına alışık neslin yanından bile
geçmeyeceği.
Marangozluk sahasında sanatkârane eserler vermesi günümüz
insanı için çoktan önemini yitirmiştir.
Zamanımızın binlerce padişahı ahlâksızca borsa oyunları
ile ya da değerli kâğıtların, altının altından payandaları bir çekip bir atarak
yorulmadan hızla zengin olmaktalar.
Artık kim uğraşır ki Abdülhamit in talaş tozları içinde
kalarak çivi kullanmadan ürettiği masa, dolap ve sandalyelerle.
Çünkü sultanların yanında yoksul kaldığı padişahlar
yönetmektedir çaresiz gezegenimizi.
Yatakları, koltukları, banyoları ile bir yoksulluk
meskeni gibidir onlar için Maslak Kasırları.
Hele o sade limonluk ve basit bir kameriye gibi duran
Çadır Köşk te hiç oturur mu günümüz zengini.
Bahçelerine pahalı bir peyzaj veren mimarlar,
emirlerindedir nasıl olsa.
Oysa o limonlukta özellikle kış aylarında çiçek açan
kamelyalar, İstanbul da türlerinin en yaşlı son örneklerini oluşturmaktadır.
Zamaneler için Kamelyalı Kadın belki sisli bir
anımsamadır.
Bir oyun ki, en kanlı savaşlardan daha acımasız.
Tüketim savaşı.
Ne olacak.
Daha zengin olursak daha fazla tüketip daha şık giyinip
topuklar ve topuzlar yükselecek.
Lüks evlerde oturup pahalı takılar takacağız.
Denizlerin bütün balıklarını tüketeceğiz, son türü kalmış
kuşları avlayacağız.
Hayvanları boğazlayıp lüks restoranlarda yiyeceğiz.
Kasa kasa seçmece meyveleri yetiştiremeyecekler önümüze.
Ya sonra.
Çok mu mutlu olacağız.
Bu dünya cennet olmayacak ama cehenneme dönüşecek.
Yoksul, dişleri dökük, gözleri çıkarılmış bir gezegen
bırakacağız gelecek kuşaklara.
Kimse elbet yaşasın yoksulluk diyememekte.
Konformizm büyüsü ile hepimiz efsunlaşmışız bir kere.
Bu zenginlik, yeryüzünün ve insanlığın sonunu getirmekte,
onunda farkındayız.
Bir hastane odasından bahçeye bakıyorum.
Tek çiçek dikmemiş devlet hastanesinin politbürosu.
Özel hastanelerin bahçesinde de yok böyle bir kaygı.
Bahçe yerine yeni ek binalarla, en zengin müşterileri
kafesleme projeleri konuşulmakta yönetim kurulu toplantılarında.
Daha zengin, en zengin olma projelerinde getirilecek daha
dijital aletlerle para desteleri derilecektir.
Gezegenle savaşında onu yen, yere ser.
İntihardan, hastalıklardan para kazanmaya çalış.
Ahlâksızlık, acımasızlık, aç gözlülük hiç bu kadar tavan
yapmamıştı.
Kim demiş sömürge dönemi bitti diye.
Dünyanın fakirleri, zenginlerin daha iyi yaşaması için
canlarından olmakta.
Kot atölyelerinde gençlerin ciğerlerine ateşler düşmekte.
Tersanelerde küçük önlemler alınmadığı için işçiler
ölmekte.
Belediye bile, zengin muhitlerin tretuvarlarına para
harcayıp laleler dikmekte.
Yoksul muhitlere gerek görmemekte.
Oradaki insanlar zaten ekmek derdinde deyip işin etik
kısmından sıyrılmaya çalışmakta.
Koğuşun penceresinden beyhude arıyorum tek mekik laleyi.
Allah tan arkadaşım Lale, ismini hatırlatmak için de
değil nezaketinden bir sepet getirmiş de bu mor sarıklı asilzadelere bakarak
çok hızlı geçti günler.