Bu ülkede yıllardır bir kesim, bir kesimin halkı İslâm adına sömürdüğünü, aldattığını söyler durur. Hatta o kesim, bütün varlık sebebini bu söylem üzerine bina etmiş durumdadır. Bütün kariyerini, şöhretini, "servetini" bu söyleme borçludur.
Vakıa bu ülkede halkı "Allah" diyerek, "Din" diyerek aldatan, sömüren, yüce değerleri menfaat aracı olarak istismar eden bir kesim mevcuttur ve bu kesim de aynı şekilde servetini bu söyleme borçludur. Ancak bu arıza, asla bir başka arızanın "meşruiyet" sebebi olamaz.
Halkı "Allah" diyerek", "Din" diyerek aldatanlar bulunduğunu söyleyenler, bu yanlışlığın "Kur an dan uzaklaşma"nın sonucu olduğu tesbitinde birleşirler. Onlara göre halk Kur an la amel etse, bu arızaların hiç birisi vücut bulamayacaktır.
Meselenin can alıcı noktası işte bu tesbitte yer alıyor. Halkı Kur an a çağıranlar bunu, "Kur an ın korunmuşluğu"na dayandırarak yapıyor: Başta Sünnet olmak üzere diğer delillerin böyle bir koruma altına alınmamış olması (!) onlara göre yalnızca Kur an ile yetinme tavrının en temel gerekçesidir. Madem ki İslâm ın bu tek ve ana kaynağı her türlü tahriften masundur; o halde problemlerimizi sadece ona götürerek çözmekten daha makul ve gerekli bir şey yoktur. Mantık bu!
Burada Sünnet in, Sahabe nin, Fıkh ın ve fukahanın niçin devre dışı bırakıldığı sorusunun cevabı elbette önemlidir. Fakat bunlardan daha öncelikli bir mesele var ki, ona dikkat etmediğimiz zaman eninde sonunda varacağımız nokta, halkı Kur an ile aldatanların bulunduğu nokta olacaktır. Kasdettiğim mesele şudur: Kur an ın korunmuş olmasının, onların Kur an dan çıkardığı hükümlerin doğru olup olmamasıyla en küçük bir ilgisi yoktur. Bir başka şekilde söylersek, Kur an ayetlerinin sübutunun kat î olması, onların Kur an ayetlerine yüklediği anlamın da kat î olmasını gerektirmez. Bu ikisi birbirinden tamamen farklı şeylerdir.
Halkı Kur an a çağıranlar, aslında Kur an dan kendi anladıkları şeye, Kur an ayetlerine kendilerinin yüklediği anlamı kabule davet ediyor. Bir yanlışlığa parmak basarken, onun çaresinin kendi Kur an tasavvurlarında, Din anlayışlarında olduğunu söylüyorlar. Oysa söz konusu yanlışlığın "yanlışlık" olduğunu söylemek için farklı bir Din tasavvuru inşa etme gayretkeşliğine soyunmanın gereği de yok meşruiyeti de Tarih içinde, uygulamada zaman zaman aksaklıklar olsa da, en azından kitabî olarak mevcudiyetini sürdürmüş ve günümüze kadar öylece gelmiş olan sahih çizgi, hakkı hak, batılı batıl olarak görmüş, doğruya doğru, eğriye eğri olarak hak ettiği hükmü vermiştir.
Hal böyleyken yeni bir Din tasavvuru inşasına soyunmak, yeni bir bid at mezhep inşa etmektir. Bu bid at oluşumun Kur an anlayışında Sünnet ismen mevcut olsa da cismen ve fiilen yok. Onların Kur an anlayışında külfet yok, "imtihan" yok, ahiretin dünyaya öncelenmesi yok Hele Ümmet in tarih içinde ortaya koyduğu müktesebatın esamesi bile okunmaz. Oysa neyi kaybettiğinin farkında olmayan, neyi arayabilir !
Bu noktada kendilerine karşı herhangi bir itiraz vuku bulduğunda, durumu "Kur an a itiraz ediliyormuş" gibi takdim ediyorlar büyük bir el çabukluğuyla. Oysa aynı Kur an dan hareketle tarih içinde ortaya konan müktesebat ile bunların davet ettiği şey arasında uçurumlar mevcut.
Bütün mesele, Sünnet e söyletemediklerini Kur an a söyletme arayışıdır aslında. Biliyorlar ki Sünnet olmadan Kur an, adeta boşlukta duran bir metindir; bizi muradullaha yönlendirme konusunda önümüze net, kesin ve keskin hatlarla belirlenmiş bir yol haritası çizmez. Bu sebeple tarih boyunca ortaya çıkmış olan bid at fırkaları, davalarını Kur an ayetleriyle destekleyebilmişlerdir. Yine bu sebeple Efendimiz, Ümmet in 70 küsur fırkaya ayrılacağını bildirdiği hadiste "kurtuluşa eren fırka"nın özelliğini, kendisinin ve ashabının üzerinde bulunduğu yolda yürümek" olarak tayin ve tarif buyurmuştur.
Bunun anlamı, Kur an ın, muradullaha uygun biçimde ancak ve ancak Sünnet in ve Sahabe nin rehberliğinde anlaşılabileceğidir. Kur an ile aldatanlar bunun farkında olduğu için Sünnet le ve Sahabeyle başları pek hoş değildir