Farz edin ki, mahallenizde, insanları birbirlerine
düşüren, büyüğünü küçüğünü bilmeyen, çocuklarınıza şiddet uygulayan ve
huzurunuzu kaçıran kendini bilmez bir adam var ve bu kişi mahallenizin topyekûn
huzur ve sükûnetini yok ediyor. Mahalleli ise aman bize dokunmasın da ne
yaparsa yapsın diye düşünüp korkuları ile karşılarındakini büyütüyor ve onu alt
edilemez bir kişi olarak gösteriyorlar. Hatta mahalledeki insanlar korkuları
ile ona saygı duyuyor ve bu kişinin bir baskı unsuru olarak yaşamasına imkân
tanıyorlar. Peki, mahalleli korkuları ile bu kişinin zulmüne katkı sağlayarak
yardımcı olmuyorlar mı Çünkü bu tür durumlarda zulmü ile ayakta kalmaya
çalışan kişi bunlar benden korktuğuna göre bende bir şey var düşüncesine
sahip olur, yaptıklarını kendisi için meşru ve kaçınılmaz olarak görür. Yani
düşmanın cesaretini arttıran aslında mazlum ve masum insanların korkularıdır.
Oysa bütün zalimler korku ile kuşatılmışlardır. Bu korku duvarlarını
aşamadıkları için etraflarına ceberut bir güç ile duvar örer ve kendilerini bu
güç kalkanı etrafında korumada zannederler. Fakat kendilerini içten içe ve
vicdanen kuşatan başka bir güç vardır ki, bütün zalimler er geç buna yenik
düşerler.
Düşmanı güçlendiren biraz da karşı tarafın korku ve
cesaretsizliğidir. Korktuğumuz belki de adamdan saydığımız için düşman kendini
dev aynasında görür ve gerçekten kendisinin korkulmaya değer bir varlık
olduğuna inanmaya başlar ve her şeyi lehine dönüştürmek ister. Düşman karşı
tarafından zayıflığından güç alır ve dünya üzerinde bütün nimetleri kendinden
bildiğinden önünde engel olarak gördüklerini saldırarak yok etmek ister.
Düşmanın düşmanlığı her şeye sahip olmak istemesindendir. Çünkü onda hak,
hukuk, adalet ve vicdan kavramları gelişmemiştir. Bu kavramların gelişmediği birey
ya da toplumlar korkularını etraflarına güç göstergesi ile ifade ederler. Bugün
dünyada vehim ve korkularla yönetilen ülkelerin bu korkularını demokrasi ve
özgürlük adına diğer ülkelere ihraç etmek istediklerini görürsünüz. Onların
dünyadaki savunuculuğunu yapanlar ise bütün dünya halklarının üzerine bir kara
bulut gibi çökerler. Bu kara bulutların üzerine çöktüğü toplumlar ise kendi iç
dinamiklerine dönmek yerine korku ve vehimler yağdıran bu atmosfere teslim
olurlar. Bu teslimiyet maalesef iç dünyamızda ve cemiyetimizde bir takım değer
kayıplarına ve insan kaynağı olarak zayıflamaya neden olabiliyor. Çünkü bizler
etraflarını korku çemberi ile örenlerin korkulacak varlıklar olduğu inancına
kapılmışız bir kere.