CİHAN Aktaş ın son yazdığı öykü kitabı, Kızım olsan

bilirdin .

Velut ve universal üsluplu bir yazar Cihan Aktaş.

Her yıla bir ya da iki kitap çalışmasını yetiştirmek için

çaba vermekte. Cins bir beyin, evrensel inançla bezenmiş bir yürek

O, müthiş bir çalışma azmiyle çağımızın sorunlularını

kökten yaklaşımlarla inceleyen, irdeleyen, çözüm önerileri sunan bir yazı

ustası

Tek başına bir mektep olma yolunda

Sorumluluğunun ışığını kısmadan, modernizmin cirit attığı

çağda münzevilikten azade derviş

Rutine ve albenisizliğe ödün vermeyen yazar, giderek

artan ve yükselen biçimde düşünce dehlizlerinde ilerliyor. Geçilmez gibi

görünen labirentleri birkaç kalem darbesiyle aşıp daha ilerilere yol alıyor.

Yoğun bir imgelem tufanıyla okuyucusunu Medine tü l Fazıla ya taşımaya

çalışıyor.

Modernizmin Evsizliği ve Ailenin Gerekliliği ,

Mahremiyetin Tükenişi , Bacıdan Bayana/İslamcı Kadınların Kamusal Alan

Tecrübesi , Bir Hayat Tarzı Eleştirisi İslamcılık , Kardeşliğin Dili , Şehir

Tutulması , Üç İhtilal Çocuğu , Suya Düşen Dantel , Duvarsız Odalar ,

Sınıra Yakın başlıklı eserleri, yapıtlarından sadece bazıları ve ne kadar

okunsun ki bir gün gelip Cihan Aktaş kitaplarından usanılsın.

Yazmak onun için bir mücadele ve eylem hiçimi. Harlı bir

şekilde yol veriyor kelimelere, cümlelere. Fikir yoğunluğu giderek artarken,

kısırlaşan dünyaya karşı evrensel düşünceden aldığı ivmeyle okuyucusu için yeni

direnç kaleleri, sığınakları inşa ediyor yapıtlarında.

Sekülerleşen ve sekülerleştikçe öz ve estetiğini kaybeden

insanı yoksulluktan çıkarıp, kaybettiği hazineleri yeniden kuşanmaya çağırıyor.

Deyim yerindeyse o modern çağın erdemi savunan bir

münadisi

Tiryakileri de her yıl sabırsızlıkla beklemekte onun

kaleme aldığı romanları, hikâyeleri, inceleme araştırma kitaplarını.

 Çok genç yaşta

başladığı yazı hayatının artık ustalık dönemini yaşayan yazarın yapıtları,

sevenleri arasında bir bağımlılık oluşturmakta. Yaşam fotoğraflarının

ezgilerini, renklerini, şiirini bulduğumuz öykülerinde, her birimizin

kendimizdenlikleri görüp gülümsediğimiz. Artık geçip gitmekte olan hayatların

flu gölgelerinde esrik savrulmalarımızdır onun cümlelerinin bize bu kadar iyi

gelmesi. Bazen hiç aklımıza gelmeyen bir detayda bulmuşuzdur dedelerimizin

sadece bizim bildiğimizi sandığımız te heee diye başından savmasını.

Ya da hiç öyle öyküye buyur edilmesi aklımızdan geçmeyen

kişilerdir onun yapıtlarında okuyup sevdiğimiz  sarıte nin yolunu gözlediği güzel gömlekli delikanlı. Hani, olaylar

yumağında boğulmayız çoğu zaman kavramlarla nefes alırız ya da onun anlatımının

nefasetine kapılıp çoğu kitabının kişilerini yıllar geçse de unutamayız.

Hangimiz kusursuz piknik lerde bulunmadık ki ve yıllar geçse de o

fotoğrafların renklerini, seslerini unutmak mümkün mü

Kızım olsan bilirdin de, Alzheimer hastalığının soğuk

yüzü ile karşılaşıyorsunuz ve bir korku filmi gibi çevrenizde çoğu insanın

hasta ve yakını olarak çektiği bence maddi rahatsızlıklardan çok daha yıpratıcı

bir süreci, yazar; okuyucusunu derinden sarsarak ele almakta. Mazinin geçmiş

güzellikleri, bir daha asla kavuşulamayacak anılarda kalan ve ucu paslı bir

bıçak gibi kalbi daima ağrıtan o mutlu masal, sonra masalın kahramanının

evlatlarını bile hatırlayamaması. Bir zamanlar şen şatır, mutfağında dizi dizi

tencerelerle yemek pişen baba ocağının yaşlı ve bir de hasta hele hele

Alzeheimer a yenik düşmüş bireyleri ile evlatların gözünde cazibe yitimi

yaşaması galiba hepimizin sorunu. Unutmak gibi kocaman bir uçurumla okuyucusunu

yüzleştiren yazar, hüznün en katı katmanlarını sorgulatmakta. Hayatımızın en

başat kişisi annemizin yaşlılık ve Alzeheimer ile bir bebek gibi evlatlarına

muhtaç olması, çocuklarını anne sanacak kadar rol değişimine gidişi, özellikle

kızların annelerinin bu hafıza yitimi karşısında derinden sarsılışını;

annesinin ve kendisinin, çevresinin yaşadıklarının izdüşümünde çok dokunaklı

bir anlatımla kaleme almış yazar. İnsan, C. Aktaş ın dediği gibi, Kendi

kendinin misafiriydi, kendi kendini ve çocuklarını ağırlıyordu yeryüzünde ama

hep o hafıza denen hazine sayesinde idi bu ağırlama onu yitirdiğinde, yaşamın

suları yokuş yukarı akmaya zorlanıyordu ve buna da güç yetirilemiyordu.