‘13 Eylül 1993’te, ABD Başkanı Bill Clinton’ın arabuluculuğunda dönemin İsrail Başbakanı İzhak Rabin ve Filistin Kurtuluş Örgütü müzakerecisi Mahmud Abbas arasında Oslo Mutabakatı imzalanmıştır’

Filistin yönetimi, Oslo Antlaşması'nı imzalayarak hem İsrail devletini tanımış, ona meşruiyet kazandırmış hem de İsrail'in Filistin toprağının yüzde 78'ı üzerindeki hakimiyetini kabul edip kendisine Filistin topraklarının %22’sini yeterli görmüştür.

Bugün İsrail ‘yerleşimci projesi’ adı altında bir işgal hareketini, Batı Şeria‘da 15 yerleşim bölgesi kurarak fiilen işgal etmiş; Filistin’in ait %22 olan toprakların bir kısmını böylece kendine mal etmiştir. Ayrıca 20 civarında yeni yerleşim bölgeleri inşa etme projesini yürürlüğe sokmuştur.

Oslo Antlaşması'nın kabul ettiği 2 devletli çözüm bugüne kadar gerçek anlamda hayata geçirilememiştir. İsrail, Arap Birliği'nin 2002'de ortaya koyduğu 'Barış İnisiyatifi'ni de kabul etmemiştir.

Yüzyıl ve İbrahim anlaşmaları kapsamında yabancı ülkelerde yaşayan mültecilerin kendi vatanlarına dönmesi engellenmektedir. Bu konuda Trump'ın planı, sığınmacıların bulundukları ülkelerde yerleştirilmesi şeklindedir. Söz konusu ülkelerin bunu kabul etmesi durumunda kendilerine parasal destek verilecektir. Bu bağlamda ‘Ürdün'e 6 milyar, Mısır'a 7 milyar, Lübnan'a da 3,5 milyar dolar’ yardım öngörülmektedir.

BAE VE BAHREYN’İN İSRAİL İLE İLİŞKİLERİ İBRAHİM ANLAŞMASI İLE BAŞLAMIŞTIR(!) YALANI

BAE ve Bahreyn, İbrahim Anlaşması’nı İsrail’in Filistin topraklarını ilhak etmesini engellemek için imzaladıklarını yol boyu seslendirmişler ve engellediklerini hep iddia etmişlerdir. İsrail’in ilhak projesinin iptal edildiği olgusunun doğru olmadığı yukarıda ele alınmıştır; bu olgu tamamen yanlıştır. İptal ile ertelemeyi aynı bağlamda değerlendirerek kendilerini savunmuşlardır.

Asıl sorun, bu ülkelerin İsrail ile ilişkileri gerçekten de İbrahim Anlaşması sürecinde mi başlayıp devam etmiştir? Yoksa bir arka planı var mıdır?

1991’de Madrid’e yapılan Arap-İsrail görüşmelerinin başlangıcında bazı Körfez ülkeleri bulunmuşlardır. İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki Oslo sürecinde masada yer almışlardır. ‘1990’lı yıllardan buyana İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri, çoğunluğu gizli olmakla beraber pek çok çalışma yapmışlardır’. 2011 ‘Arap Baharı’(!) sürecinde ortak hareket etmişlerdir. İsrail, BAE’i, Bahreyn Mısır’daki 2013 darbesini desteklemişlerdir. BAE, yaklaşık on yıldır doğrudan İsrail’den, ‘askeri malzeme’ satın almaktadır. Özellikle bölgede etkin olabilmek için ‘en son teknolojilere sahip casusluk ekipmanları’ almak için çalışmalar yapmaktadır.

2014 yılında Netanyahu’nun ‘Likud Partisi’nden en az üç İsrailli bakan

kamuoyunun gözü önünde BAE’ye resmi ziyarette’ bulunmuştur. 2015 yılında İsrail, BAE başkenti Abu Dabi’de Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansına bağlı olarak bir diplomatik büro açmıştır. BAE ve İsrail, 2016 yılında ortak askeri tatbikatlar düzenlemişlerdir. İsrail Körfez ülkeleri ile ekonomik ve kültürel ilişkileri geliştirmeyi 2018 yılında başlatmıştır. İlk defa İsrail’i tanımayan bir Arap ülkesine, BAE, ‘İsrail Kültür ve Spor Bakanı Miri Regev, İsrail Judo Milli Takımı ile gitmiştir’. Abu Dabi’yi ve ‘Şeyh Zayed Cami-i Kebir’ini gezmiştir. İsrailli sporcunun birinci gelmiş olmasından dolayı, daha önce yasaklanmış olan, ‘İsrail milli marşı HaTikva okunmuş ve İsrail bayrağı spor salonunda sergilenmiştir’.

Dolayısıyla İbrahim Anlaşması böyle bir sürecin sonucudur. İbrahim Anlaşması kapsamında, karşılıklı olarak ‘büyükelçiliklerin açılması, ekonomik, bilimsel ve kültürel alanlarda işbirliği yapılması’ öngörülmektedir. İsrail, Ortadoğu’daki daha başka ülkelere girebilmenin atlama tahtası olarak İbrahim Anlaşması’nı kullanmak istemiştir. Zamanlaması, ABD ve İsrail’deki seçimlerle ilgili olabilir. Gerçekte bir Uyutma, Uyuşturma ve Haşlama harekâtıdır.

Aksa Tufanı ise böyle bir ihanet hareketinin ifşa edilmesi ve de çökertilmesi harekâtıdır.