Varlıkları, nesneleri, yerleri ve yönleri adlandırmakla duyulur, anlaşılır, kavranılır hale getiriyoruz. Elbette bu adlandırma işlemi yapılırken göz önüne alınan birtakım veriler, nitelikler ve özellikler söz konusudur. Bu verileri, nitelikleri ve özellikleri de doğru düşünmenin, doğruyu bulabilmenin, uygun yargıya varabilmenin gerektirdiği bazı ilkelere, ölçülere ve kurallara dayandıkları bilinmektedir. Üstelik kaçınılmazdır. Sözgelimi “varlık” adlandırmasıyla bir adım atılmıştır, ama yeterli değildir. Çünkü çevremizde, ufkumuzda, dünyamızda evrenimizde sayısız, birbirinden farklı varlıklar vardır ve bunlar tarafından kuşatılmış haldeyiz. Bir adım daha atılarak, canlı ve cansız adlandırması, eş deyişle, ayrımı yapma gereği duyarız. Böylece yeni adlandırmalar, ayrımlar sürüp gider, gitmiştir de. Doğru düşünmenin gereği olarak Aristoteles, genel bir ad olan “varlık” kavramının içeriğinin doğru ve tam olarak anlaşılabilmesi için “cins” ve “tür” (nev’i) şeklinde bir başka adlandırma, ayrım yapılması gereğini işaret etmiştir. Sözgelimi canlı cinsi ayrımı kapsamında birbirinden farklı nitelik ve özelliklere sahip birçok varlık yer almaktadır ve bunların türler olarak ayrıma tabi tutulması zorunludur. Nitekim Aristoteles insan, hayvan ve bitki ayrımı yapmış ve gerek felsefe, gerek bilim alanlarında bu ayrım genel bir kabul görmüştür.

Bir atalar sözü veya özlü söz (vecize) nitelik ve değeri kazanmış olan “ismiyle müsemma olmak” deyimini yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde irdelemeye çalışırsak, şu şekilde bir akıl yürütmenin mümkün ve yerinde olabileceği düşünülebilir.

İnsanın doğasını, fıtratını içkin temel niteliklerden biri olan inanmak yetisi bakımından Müslüman, Hıristiyan, Musevi veya Yahudi, Mecusi, Brahmanist, Budist, Zerdüşt gibi adlandırmalar, ayrımlar yapılmaktadır. Elbette bu adlandırma ve ayrımlar yapılırken, inanılan öz, ilke, kural vb. de ona göre belirlenmektedir. Dolayısıyla her bir adlandırma olumlu olumsuz birtakım nitelikleri, özellikleri, farklılıkları, ayrımları, benzerlikleri içkin bulunmaktadır. Sözgelimi inanılan yüce bir varlık, Allah, Tanrı, “Nirvana” şeklinde bir adlandırma konusu olurken, aynı zamanda farklılığını da ortaya koymaktadır. Aynı zamanda, evrene, dünyaya, doğaya, nesnelere, insana, hayata verilen, öngörülen ve istenilen anlamlar da bu adlandırmalarda farklılığını göstermektedir.

Soyut veya ıstılahi ya da kavramsal anlamlar ile somut, gerçeklik düzleminde ortaya çıkan yansımalar, veriler, olaylar arasında; kaçınılmaz olarak karşıtlıklar, çelişkiler, uyumsuzluklar, sapmalar söz konusu olabilmektedir. Bir dereceye kadar bu türden durumlar, görüntüler, yansımalar ve olaylar beklenebilir. Ancak adlandırmaların soyut anlamlarıyla gerçekleşen somut verileri, göstergeleri kendi bağlamlarında ele almayıp, birini diğeri yerine öne sürmek; sakıncalı, tehlikeli, saptırıcı değerlendirmelere, yargılara vardırır ki, işte üzerinde durulması gereken temel sorun budur, denilse yerindedir.

Genel bir gözlem çerçevesinde Müslüman toplumlar, neredeyse uzun bir süredir benzer bir süreç içinde olmalarına rağmen, yöntem, yaklaşım, tanımlama, değerlendirme, yargıda bulunma düzleminde bir karışıklık, kargaşa ve uyumsuzluk yaşamaktadırlar. Mesela bilgi bağlamında ortaya çıkan yetersizliği, tutarsızlığı, aslında temel sorunlardan biri olmasına rağmen, doğru ve muhtevasına uygun bir biçimde ele alıp tespitini yaparak, yeni şartlar, gerçeklikler ve durumlara göre adlandırma yoluna gitmemiştir. Üstelik şartlara, içinde bulunulan gerçekliklere ve durumlara bağlı birtakım bilgilere, inancın, dinin özü, vazgeçilmez ilkeleri, kuralları anlamı ve değeri yükleyerek, asıl sorunu gölgelemiş, ötelemiş, nerdeyse yok sayar bir tavır haline getirmiştir. Sözgelimi yeni bilgi ortaya koymadan, karşılaştığı sorunları, hayatını düzenlemesi gereken yeni şart ve durumları doğru tespit ederek çözümlemek yükümlülüğünü ve sorumluluğunu pek dikkate almamış gibidir. Üstelik yükümlülüğünü ve sorumluluğunu atfedeceği, yükleyeceği başkalarını aramak, bulmak, tanımlamak ve adlandırmak şeklinde yararsız bir yolu, yöntemi tercih etmekten geri durmamıştır. Yani kolay olana yönelerek anlamsız bir doyumla yetinegelmiştir. Niçin yoksulluk yaşadığını, adaletsizlikler ile boğuştuğunu, haksızlık ve zulümlere uğradığını, yönetim yetkisi verdiklerinin nasıl bu kadar yeteneksiz, vicdansız, acımasız, erdemsiz, ikiyüzlü, çıkarcı, bencil olabildiklerini hemen hiç sorgulamamıştır. Çareyi, çözümü, tatmin olmayı, inandığını ileri sürdüğü ilkelere, kurallara karşıt, aykırı yoldan aradığını fark etmemiş veya öyle görünmekle yetinmiş gibidir.