Millet olarak topluca yanlış istikamete doğru koşuyoruz. Aslında kaçtığımızı zannettiğimiz yer, hızla yaklaştığımız hedef haline gelmiş durumda. Hayata dair okuma kabiliyetimizde ciddi arızalar var. Gün içerisinde yaşanan onlarca olay vesilesi ile bu durumu gözlemlemek mümkün. Bu sıkıntılı halin en etkin olduğu yaş grubu ise maalesef genç nesil. Onların üzerindeki bu halin etken maddesi ise üzülerek ifade etmek gerekirse onları yetiştiren herkes ve her şey, özellikle anne babalar ve öğretmenler.

En anlaşılmaz konuların başında anne babaların çocuklarını tanımaması ve ısrarla evlatlarını üniversite okumak üzere şartlandırmaları geliyor. Benim çocuğum mutlaka bir üniversite okumalı diye düşünen her anne babaya “Neden?” diye sorduğunuzda muhtemelen alacağınız standart birkaç cevap şunlardır: Masa başı bir işi olsun, sabit geliri olsun, hamallık yapmasın, okusun, büyük adam olsun, herkesin çocuğu okuyor benimki de okusun, biz çok çektik o çekmesin, temiz bir işi olsun.

Yani tamamı arızalı yaklaşımlar. Tıpkı kız istemelerdeki iş güç muhabbetleri gibi. Kimse damadın ahlâkını, saygısını, iletişimini sormuyor. Varsa yoksa ne iş yapar, ne kazanır, evi arabası, tarlası takkası var mıdır. Genç nesle dönecek olursak, gerçekten içinde bulunduğumuz durum içler acısı. Artık üniversite mezunu olmanın büyük oranda beş para etmediği bir döneme girdiğimiz halde birçoğumuz maalesef bunun farkında değiliz. Çok az üniversite dışında kalan üniversitelerin itibarı kalmamış durumda. Birçok meslek açısından da durum çok farklı değil. Bundan otuz yıl önce öğretmen dedin mi el üstünde tutulurdu. Avukat gören şöyle bir toparlanır, kendine çekidüzen verirdi. Bol bol üniversite açınca bir şey olacağını zannederek bu günlere geldik. Herkesin üniversite okuyabilme şansının olduğu bir ülkede gelişecek tek şey kalitesizliktir. Başka hiçbir şey beklemeye gerek yok.

İşin maddi boyutuna bakacak olursak durum çok daha kötü. Meslek sahiplerinin işçilik fiyatları artık dudak uçuklatır hale geldi. Neden? Çünkü yetişmiş eleman, usta yok. İş hacmini karşılayacak meslek sahibi olması gereken sayının çok altında. Piyasanın işsizlerinin çoğu üniversite mezunları. Ne kadar komik değil mi?

Burada iki çok önemli problem daha var. Birincisi meslek sahibi olmanın hakir görülmesi. Alın teri, el emeği olan şeylere dünyanın hiçbir yerinde bizdeki kadar ters bakılmıyordur herhalde. Bir meslek sahibi olmanın ne kadar değerli olduğunu milletimize tekrar anlatmamız lazım. Yarın ayakkabılarımızı tamir ettirecek, elbiselerimizi dikecek, evlerimizi boyatacak, elektronik eşyalarımızı elden geçirecek usta bulamadığımız zaman anlayacağız dünyanın kaç bucak olduğunu. İkinci çok önemli problem ise illa üniversite okusun diye kurban edilen evlatlarımızın durumu. Akademik açıdan başarısız ama farklı birçok yeteneği olan çocuklarımızı zorla üniversiteye gönderip onları, iki, üç, dört ve beş sene olarak uzayıp giden üniversite yıllarında adeta yok ediyoruz.

Her şeyi bir kenara bırakıp, el ne der hastalığından kurtularak, alın teri, yetenekler, ahlâklı ve dürüst çalışma, işin hakkını verme, çalmadan çırpmadan çalışma, sahip olduğumuz işi en güzel şekilde yapma, özenle, hassasiyetle, planlı ve programlı çalışma, disiplin ve özellikle özdisiplin üzerine ciddi anlamda kafa yormamızın zamanı geldi de geçiyor bile. Yoksa her geçen yıl bir öncekini aramaya devam ederiz.