“Doğadaki Son Çocuk” isimli kitabın yazarı Richard Louv, kitabının arka kapağında şöyle bir açıklama yapıyor: “Çocuk ve doğa hareketi şu temel fikirden güç alıyor: Doğadaki çocuk, soyu tehlike altında olan bir türdür ve çocukların sağlığıyla yeryüzünün sağlığı birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Çocuklarının doğa ile anlamlı bir bağ kurmadan büyüyen bir kuşağa ait olmasını istemeyen anne babaların başucu kitabı olan doğadaki son çocuk, tüm dünyada hızla yayılan doğaya dönüş hareketinin biçimlenmesi ve yaygınlaşmasında önemli roller üstlenmiş bir kitap. Richard Louv doğadaki çocukta çocuklarda ve gençlerde obezite, dikkat bozukluğu, depresyon gibi vakalarda büyük artış yaşanması ile çocukların yaşamında doğanın giderek daha az yer alması arasında bir ilişki olduğunu örneklerle kanıtlarlarken aynı zamanda içinde bulunduğumuz bu durumu tersine çevirebilecek bir yol haritası sunuyor. Etkileyici ve sürükleyici bir üslupla kaleme alınan Doğadaki Son Çocuk’u yayımlarken özellikle anne babaların bu kitabı ellerinden düşüremeyeceklerine inanıyoruz.”
National Audubon Society Başkanı John Flicker ise kitap ile alakalı şunları söylüyor: “Doğadaki Son Çocuk, doğada zaman geçirmenin çocukların sağlığını geliştirebileceği, üretkenliklerini teşvik edebileceği, düşünme yetilerini keskinleştirebileceği ve çevreye karşı duyarlı olmalarına yardım edebileceği inancını paylaşan birçok farklı ilgi grubunu bir araya getirdi.”
İşte insanoğlunun yabancılaştığı alanlardan bir tanesi de bu, doğa. Doğaya yabancılaşmak, doğal olana yabancılaşmak demektir. Modern şehirlerin mezar taşları olan yüksek katlı binalara çocuklarımızı hapsetmektir. Yıllar öncesinde bir komşumuzun çocuğunda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu vardı. Anne baba çocuklarını doktor doktor gezdirmelerine rağmen bir türlü çare bulamamışlardı. En sonunda bir doktor kendilerine eğer imkânları varsa bahçeli müstakil bir eve taşınmalarını tavsiye ediyor. Aile de kısa zaman içerisinde bahçeli bir ev satın alarak yerleşiyor. Eşim de kendilerini bir süre sonra ziyarete gitmişti. Ziyarete gittiğinde çocuğu uzun zaman sonra hayretler içerisinde görüyor. O yerinde duramayan çocuk adeta süt dökmüş kediye dönmüştü. İşte bu yaşanmış hadisede olduğu gibi bugün doğa ile olan ilişkimizin aslında birçok problemimize çözüm olacağını anlatıyor bu kitap. Amerika’da yaşanan örneklerden ve araştırmalardan yola çıkarak aslında insanın doğa ile olan bozuk ilişkisinin düzeltilmesinin ne kadar elzem olduğundan bahsediyor. Artık dünyanın neresine giderseniz gidin şehirleşmenin, modern toplumun getirdiği problemleri görüyorsunuz. Mevcut şartlarda yetişen çocuklardan sağlıklı bir gelecek hayali kurmak gerçekten çok güç.
Modern hayat çocuklarımızı öyle bir hale getirdi ki, artık onları doğa ile buluşturmak isteseniz de yanlarına akıllı telefonlarını, tablet ya da bilgisayarlarını almak istiyorlar. Ekran bağımlılığı doğa ile olması gereken ilişkilerinin önüne geçmiş durumda. Tabi bu büyük yangına eğitim sistemi, ekonomi politikaları, şehir plancılığı, her türlü mühendislik çalışmaları da odun taşımaktan başka bir şey yapmıyor. Mesela okullarımızın neredeyse tamamı taş ve duvardan ibaret. Doğal yeşil alanlara okullar planlamak kimsenin aklının ucundan bile geçmiyor. Köy hayatı bitmiş durumda. İnsanımız köyden öyle bir koparıldı ki artık kimse geri dönüş için hayal bile kuramıyor. Büyük şehirlerde istiflenmiş insanlar adeta açık hava cezaevi formatında bir hayat sürüyor.
Pandemi döneminde doğanın değerini zorunlu da olsa anlar gibi olduk ama o da çok uzun sürmedi. Richard Louv doğadaki son çocuğu soyu tehlikede olan bir tür olarak tanımlarken aslında ne kadar haklı. Acaba biz bunun ne zaman farkına varırız. Bu türün soyu gerçekten tükenmek üzere. Eğer bir kuşak daha şehirlerde vaktini tüketirse artık dönüş imkânsız gibi gözüküyor. Allah evlatlarımıza acısın ve bizi bu dertten kurtarsın inşallah.