SEN SENİ BİL SEN SENİ SEN SENİ BİLMEZ İSEN
Bir varmış, bir yokmuş diye yazmaya başlanmasa da, çok eski zamanlardan olaylar anlatılırdı, şehir efsanesi niyetine; şanlı Türk basınının ünlendirilmiş kalemlerince. Misallerimiz o anlatımların ikisi olacak. Neden ikisi? Birisi sportif, birisi de siyasi olduğundan hemen akıllara düşüverir.
Fenerbahçeliliğin Türkiye haritasında işaretlenmedik yer bırakmadığı yıllarda karşı yazarlardan biri şöyle bir cümleyi satır aralarına serpiştirerek azınlık kalmış taraftarlara moral verici olmaya çalışırdı: Fenerbahçe’nin bir başkanı demiş ki: Ben keçilere giydirsem bu formayı, stadlar yine dolar.
Siyasi olanı da bu misalin, Menderes üzerine verilirdi ilk sayfalarda: “Ben lis-teye odun koysam seçilir demiş DP lideri bir konuşmasında.”
Olmamışlık üzerinedir bu iddialar. Ne Fenerbahçe forması giyen keçi vardır, ne de milletvekili listesine yazılmış bir odun türü.
Yaşanan teknolojiye paralel olarak bindokuzyüzlü senelerin ancak orta yıllarında okunan bu tür gazete yazılarının etkisi saydım, son Sayın Erdoğan ve Sayın Babacan atışmalarını.
Bu yansımaların halka doğrudan ulaşması, arada gazeteci dediğimiz nakledici sınıfın olmaması, ki onlar sonra yetişip yorumlamaya çalışan pozisyonundadırlar, tezlerin efsaneleşmesini engellediğinden, icabında hayat–memat meselesi olan mevzu, dedim dediler arasında kaybolmaktadır.
Geçen hafta bizim de sayfamıza koyup nasıl yazıldığı veya neden icap etti de yazıldı dediğimiz bir değerlendirmesi vardı Rauf Tamer’in; hem de Ahmet Hakan’ın iddiasına paralel.
AKP’den kopup gitmişlerden ya da tescilli deyimleriyle söylersek, trenden inmişlerden Ali Babacan’ın Sayın Erdoğan’la ilişkisini giyotine göndermişti gazeteci Rauf Tamer.
“Birinin elinden tutup bakan yaptı.”
Danışmanları uyarmamış olacaklar veya gençliğimizin gazetelerinin etkisiyle, ki belki o da okumuştur, bir meydan konuşmasında, elinden tutulan yahut ayağıyla gelerek eli dahil kafasını da teslim etmişlerden Ali Babacan için “Boş Tene-ke” demiş AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan.
“Tembel Teneke” alayımız vardı, okumayı sökmeyi geciktiren arkadaşlarımıza uyguladığımız; ilk okulumuzun en birinci sınıfında. Sayın Cumhurbaşkanı’na teneke çağrışımı ordan mı kaldı bilmeyiz. Listeye “Odun” yazmak iddiasından “Teneke” kuncaklamaya gelinmesi de kimin sorunudur; evet diyenlerin mi, teknolojinin mi, onu da bilmeyiz.
AKP’de bulunuyorken, yani AKP’li iken, dört dönem milletvekili, Dışişleri, Ekonomi, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı gibi sıfatları da taşıyan Ali Babacan’ın sitelere “13 sene boş teneke ile mi çalıştınız.” başlığıyla haber olan müdafaaname sorusuna ‘’Sen 13 sene sonra boş teneke alayına maruz kalacağını neden bilemedin?’’ gibi bir sualle kılıç sallayacak değiliz. Dikkatimizi çeken ve özellikle Sayın Erdoğan’ın, dolayısıyla AKP’nin kayıp hanesine yazılacak olan iki hususu hafızalara aldırmak ve mukayeseleştirmek derdindeyiz.
13 yıl çeşitli makamlara oturttuğu bir partilisi hakkında Sayın Erdoğan’ın “Teneke” sıfatı kullanmasından sonra, kapasitelerinden haberli insanların, ben de gideyim AKP’ne, orada olayım düşünceleri olamaz! Sayın Erdoğan’ın onları özellikle istememesi de var ama ayrı konu. Çok sevdiği ‘’Sen kimsin ki’’ sorusunu değişik versiyonda kullansa da, gelmezler dediklerimiz hemen anlamışlardır bunu. Ne demişti Sayın Erdoğan o konuşmasının devamında?
“Benim Başbakan olduğum yerde senin sesin çıkabilir mi?”
İşte bu sessizliğe mahkumiyet bahsettiğimiz birinci husustu.
İkinci husus ise, Sayın Erdoğan’a kalemşorluk görevi dolayısıyle geçen hafta sayfamıza da aldığımız mizahi cümlelerin sahibi Sayın Rauf Tamer’in emeklerinin heba edilmesi üzerine aklımıza gelenlerdir.
“Birinin elinden tutup bakan yaptı!”
Bu beş cümle ile Sayın Babacan’ı en aşağılarda bir yere, Sayın Erdoğan’ı da yukarılara koyan (yahut koyduğunu sanan) Sayın Rauf Tamer’in emeğinden habersizlik veya önemsememek, dikkate almamak, gazeteciler bizim istediklerimizi yazmak mecburiyetindedirler kanaatinden kaynaklanıyorsa, kim AKP lehi-ne ikinci bir Rauf Tamer üreyeceğini iddia edebilir?
Yanlış yerde durup, yanlış mizah yazsa da;
Rauf Tamer’e yazık oldu.
FETÖ’LÜ FOTOĞRAF MANZARALARI
“Döndü baktı sağ yanına, yiğit Nebati gülümsüyor” mısrasıyla nazire yaptığımız ünlü Pensilvanya fotoğrafındaki sol yanın sahibi, AKP’nin beş dönem milletvekili, beş çocuk sahibi Ekrem Erdem’in itiraflarını analiz ederek varacağız yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’nin huzurlarına.
Halk Tv’den İsmail Saymaz hikayesini sormuş o fotoğrafın. Sayın Ekrem Er-dem cevap veriyor.
“Türkiye’nin ucuzluğundan başka bir şey değil.”
Türkiye ucuz bir ülkedir. FETÖ ile fotoğraf çektirmek de ucuzdur. Pensilvan-ya ta nere? Demesin hiç kimse. Taşıyıcı THK’da ucuzdur, takdim ettiğiniz hediyeler de ucuzdur; yani cebinizden bir kuruş çıkmamıştır.
“İnsanları bir fotoğraftan dolayı mahkum etmenin anlamı yok.”
Zira o ve benzeri fotoğraflar çok kimseyi milletvekili yapmıştır, sahip yapmış-tır; fotoğrafta da görüldüğü üzere Hüseyin Tanrıverdi arkadaşınız gibi çok yüzü güldürmüştür.
“İşe bakalım Türkiye’ye hizmet edelim.”
Fotoğrafa bakmak işe bakmak değilse ve fotoğraf çektirmek Türkiye’ye hiz-met edelim demekse, FETÖ’nün içinden nasıl çıkılacaktır?
“Fotoğrafın merkezinde ben varım. Ömrümüz FETÖ’yle, FETÖ gibi yapılarla mücadeleyle geçti.”
Fotoğrafta 7 kişi var. Sağdan da sayılsa, soldan da sayılsa dördüncü olan kişi FETÖ’dür. Üçüncüler merkez olmaz; FETÖ merkezi bırakmaz. Bu fotoğraf FETÖ ile mücadelenin nasıl yapıldığını gösteren bir belge ise görünen, mücadelenin FETÖ insanlarını güldürmesidir.
“Bu fotoğraf! Bunu da servis eden FETÖ’dür.”
Fotoğrafın fotoğraf olması ve servis edenin FETÖ olması bir mağduriyet gerekçesi midir yoksa biz icabında Pensilvanya’larda işte ispatı belgesi midir?
“O kadar ısrarcı şekilde şey yaptılar ki. Hem ısrar ettiler, hem servis ettiler.”
O kadar ısrarcı şekilde şey yapanların şeylerine şey edildi ise bir dönem, başka nerelerdeki şeylerde şey olmuştur? Israrcı şekilde şey yapanlar fotoğraf-tan başka hangi şeyleri şey etmişlerdir? Israrcı olduran şey, nasıl bir şeydi? Türkiye’yi ucuzcu yapan bir şey miydi? Hem ısrar ettiler, hem servis ettiler şikayetlenmesinin altında yatan endişe veya şüpheli durum korkusu hangi şeyden kaynaklanmıştır? Yok eğer bir sitem ise burada vurgulanan, varacağı yer neresidir?
“Karşılıklı hediyeleşme yaptık, o kadar.”
Göz yaşartan bir fedakarlık. Ve kargo–posta sistemine güvensizlik. Karşılıklı konuşurken anlatılanlar hediyeler kadar kıymetli değildi yani.
“ ABD’ye davet ettiler, gittik. Israrlı şekilde, neredeyse bizi yaka paça ede-rek...”
Hem karşılıklı hediyeleşme, hem davet. Neden burda değil de Pensilvan-ya’da? Neden başkaları değil de siz. Seçilmiş kişiler misiniz? Nedir özelliğiniz? Yaka paça tutulacak kadar mıydı kıymetiniz? Başka kimler, nerelere yaka paça edilmişlerdir. Başka kimler fotoğrafları servis edilmemişlerdir? Yaka–paça–faça düzeltmişlerdir?
“Fotoğrafı tetkik edene kadar ülkeye hizmet edelim.”
Ülkesine hizmet aşkıyla ve fakat gönülsüzce ve hatta yaka–paça sürüklenirse-sine Pensilvanya hediyeleşmedikleri olanlar mutlaka ziyaretlerinin raporlarını hangi sorulara nasıl cevaplar verdiklerini, oradan kimlere selamlar getirdiklerini en küçük ayrıntısına kadar yazmışlar ve partilerinin ilgili kişilerine takdim etmişlerdir. Belki de 15 Temmuz’a bu katkılarından dolayı, gidenler, bakanlık yapma-ya uygun olmuşlardır.
Not: Bülent Arınc'ın geçen haftalarda kayda geçen, “15 Temmuz olana kadar haberim olmadı” itirafını artık “Partimizin elemanlarından hiç haberim olmadı” şeklinde anlamalı insanlar. Çünkü bahis mevzu ettiğimiz Pensilvanya ziyaretçisi, “Ömrümüz FETÖ ile mücadele içinde geçti” demişti. Belki devamında da “Sordular da söylemedik mi” diyecekti.
AKP’lilerin işleri böyle!

KARŞI YAYLADA GÖÇ KATAR KATAR KİM NERELERİ NEREYE KATAR
1984 seçimlerinde Şanlıurfa ve Van belediye başkanlıklarını kazandığımız günlerden sonraki bir zamanda tanışmıştım rahmetli Mustafa Yazgan ağabeyle. Bir Şanlıurfa mitinginde yaptığı konuşmayı anlatmıştı. Kulaklarımda kalanı ya-zayım. “Ey Şanlıurfalıların arasına karışmış rapor yazıcılar! Beni iyi dinleyin ve duyduklarınızı sizi görevlendiren ve sizi buralara gönderen karanlık merkezleri-nize bildirin. Şanlıurfa’nın tüm topraklarını alsanız dahi, son Şanlıurfalının ka-nını dökmeden Şanlıurfa’ya giremezsiniz, giremeyeceksiniz!”
Bugün Türkiye’yi yönetmeye çalışan çoğu AKP insanının T.Özal idareli ANAP adlı partide çırak olmaya çalıştığı o günlerde şöyle bir rivayet dolaşıyordu ağız-larda: Güneydoğu’yu, GAP bölgesini, Filistin’i kana bulayan devletin vatandaşla-rı alıyor.
Rahmetli Mustafa Yazgan ağabeyin Refah Partisi adına o meydan okumasını, rahmetli Erbakan Hoca’mızın vefatından önceki son Tv röportajında söyledikle-rini duyunca bir daha ve unutmamacasına hatırlamıştım.
“Sizin partiniz Saadet Partisi seçimlerde yüzde kaç oy alacak? Nasıl bir sonuç umuyor sunuz?” Gibi bir istihzalı soruya, rahmetli Erbakan Hoca’mız şu cevabı vermişti; arkasındaki Türkiye haritasını göstererek...
“Biz buradan bir tek çakıl taşı vermeyiz. Duyması gerekenler duysunlar diye söylüyorum. Biz buradan bir tek çakıl taşı vermeyiz!”
Mustafa Yazgan ağabeyimizin vefatı dolayısıyla anlattığımız bu anekdotları, bugünlerde çok tartışması yapılan “Şurayı da Katarlar, burayı da Katarlar” ih-timali ile ilişkilendireceklere karışmadan, sosyal medyadaki Abdulhamit Han zamanlı Osmanlı ve günümüzün Türkiye’si mukayeselerine getirmek istiyoruz sözümüzü.
İsmet İnönü’nün “Askeri ihtilal yaptı ve Edirne’yi aldı. 1912’de bunu yaptı. 1918’de, altı sene sonra da bütün imparatorluğu düşman eline bırakarak mem-leketten kaçtı” diye Meclis kürsüsünden anlattığı İttihat ve Terakki’yi bakın kim-lerle işbirlikçi yapmış, adının önünde Prof. Dr. Titri de olan bir yurttaşımız. “Ben de Mehmet Akif, Saidi Nursi, Babanzade, Hasan Basri Çantay, Elmalılı Hamdi, İskilipli Atıf, Ömer Rıza Doğrul, Mustafa Sabri’lerin... İttihat ve Terakki ateist, deist aptalları ve hainleriyle beraber, Abdülhamit’i yıkmaya yardımcı olanlar gibi...”
Sonra sözü getirmiş yarasına. “100 yıl önce Hürriyet ve İtilaf partisiydi bugün Saadet.”
AKP’nin iktidar olduğu günden beri yapması gereken tüm ikazları ve yol göstermeleri en yumuşak ve edepli bir üslupla yerine getiren Saadet Partisi’ne bu iftirayı atan kişiyle, Saadet Partisi’nin hukukçu mensupları ilgilensinler isteriz.
Kim olduğunu bilmediğim ve adını ilk duyduğum sosyal medya paylaşımcısı (Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu)nun hangi beklenti ile tarihi, karalama ve iftiralarına malzeme yapmak istemesini de bilmiyoruz.
Erbakan’a iftira atan ve sonra ödül alan köylüsü bir profesörü yazmıştık bu sayfalarda. Bakarsınız bir gün yazısını, “Onu ve samimi arkadaşlarını muvaffak etsin” duasıyla bitirirken, AKP içi tartışmalara müdahilliğini ilan ve onun arkadaşlarının hepsinden emin olmadığını, samimi olmayanların varlığına inandığını da deklare eden bu profesörü de yazılarımızda anarız.