Şairler, aşıklar ve edipler, fizikî ve coğrafî anlamda uzak olsalar bile, Anadolu insanı ile Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz ve O nun kabrinin bulunduğu Medine şehri arasında bir sevgi köprüsü kurmuşlardır. Öyle ki, O na ulaştırılmak üzere esen rüzgârlar ve akan sularla selâm, hasret, ta zim ve sevgilerini göndermişlerdir. Şu şiir bunu ne güzel dile getirmiştir: "Ey bâd-ı saba, uğrarsa yolun semt-i Haremeyne,

Ta zimimi arz eyle, Resûlü s-sekaleyne.

Şahidim arz-u sema dır, bütün ecramîle,

Aşıkım, sıdk ile ben, Hazret-i şâh-ı Rusüle.

Yansa da kalbim bu hasret ile,

Takati yok dilimin halimi takrire bile.

Ey bâd-ı saba, uğrarsa yolun semt-i Haremeyne,

Selâmını arz eyle Resûlü s-sekaleyne!" (Sadeleştirilmiş şekli şöyledir: "Ey gün doğusundan esen rüzgar, Mekke ve Medine tarafına yolun düşerse, insanların ve cinlerin Peygamberi Muhammed Mustafa ya saygımı arzeyle. Yer ve gök her şeyi ile şahidimdir ki, ben samimi olarak Peygamberlerin şahı Hz. Muhammed e aşıkım. Kalbim bu hasret ile yansa bile, halimi dilimin anlatmaya gücü yoktur. Ey gün doğusundan esen rüzgar, Mekke ve Medine ye yolun uğrarsa insanların ve cinlerin Peygamberi Muhammed Mustafa ya selâmımı arzeyle.")

Fuzuli de Su Kasidesi nde Fırat ve Dicle nin aktığı istikameti, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin istikameti olarak değerlendirerek bu iki nehrin başlarını taştan taşa vurup o yöne doğru yol almalarını Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize ulaşmanın çırpınışları olarak değerlendirmektedir:

"Ravza-i kûyına her dem durmayıp eyler güzar âşık olmuş galiba ol serv-i hoş-reftare su.

Hak-i payine yetem der ömürlerdir muttasıl başını taştan taşa urur gezer avâre su."

Numune-i imtisal olması bakımından şair Nabi nin Resûlullah (S.A.V.) Efendimizi ziyaretini buraya alıyoruz. Bir atıfet olarak zamanının paşalarından biri şair Nabi yi hacca götürür. Sıra Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizi ziyarete gelir.

Deve üzerindeki mahfilin bir tarafında Paşa, diğer tarafında Nâbi bulunmaktadır.

Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin kabr-i şerifleri olan Kubbe-i Hadrâ görülmeye başladığı sırada Nâbi hürmet ve edebinden, kendini o makamı ziyarete layık görememekten gelen mahcubiyetten ne yapacağını şaşırmıştır. Paşa ise uykusu gelmiş, dalgın ve ayağını uzatmış bir halde adeta nereye geldiğinin farkında değildir. Nâbinin dudaklarından gayr-i ihtiyari:

"Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-i Hüdadır bu.

Nazargâh-ı İlahidir, makam-ı Mustafa dır bu.

Müraat-ı edep şartı ile gir, Nâbi bu dergâha.

Metaf-ı Kudsiyandır büsegâh-ı Enbiyadır bu." mısraları dökülür. Paşa her zamanki tavrıyla:

- Ne o Nâbî! Gene bir varidat mı var Deyince, Nâbi:

- Evet paşam! Makam-ı Muallâ ya yaklaştık. Kubbe-i Hadra görünüyor. Birden içime bu doğdu, diye mısraları tekrarladı

Paşa ile hürmeten derhal deveden inerek yaya olarak yol almaya başladılar. Dinlediği mısralardan, oldukça duygulanan paşa, Nâbî den mısraları tekrar okumasını rica eder. Nâbi mısraları tekrar ederken karşılarındaki bir minareden fecir vakti aynı mısraların tatlı nâmelerle yayıldığını işitirler. Kulaklarına inanamayan Nâbi:

- Aman paşam! Ne oluyor Bu nasıl bir iştir Şu minareden duyulan mısralar az evvel benim kalbime ilham edildi ve ben onu sizden başkasına okumadım. Sizde işitiyorsunuz değil mi der. Paşaya daha fazla tahammül edemeyeceğini söyleyen Nâbi işin aslını öğrenmek üzere mü-ezzinin yanına koşar ve :

- Siz Türkçe biliyor musunuz Diye sorar.

- Hayır

- Peki söylediğiniz mısraları nereden öğrendiniz

- Başımı da alsalar bu söylenmez.

- Yahu! Biraz evvel bunu ben söyledim. Baktım sen de söylüyor-sun. Hayret ve şaşkınlık içindeyim.

- Siz Nâbi misiniz

- Evet!

Bu cevabı alan müezzinin gözleri yaşarır, eğilerek Nâbî nin elini öpmek ister. Nâbî nin hayreti bir kat daha artar. Nihayet müezzin, Nâbi yi meraktan kurtarır ve şöyle der:

- Rüyamda Resûlullah (S.A.V.) Efendimizi gördüm. Bana: "Nâbî geliyor, çık ve minareden O nun şu sözleriyle, O nu karşıla ve selâmla," diye emrettiler. Ben de bu emir üzerine bu şiiri okudum.

Şu beyit ise Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin sevgisini zirveye taşıyarak O nun muhabbetten yaratıldığını ve kaynağını O ndan almayan bir sevginin değeri olmadığını çok veciz bir şekilde açıklamaktadır:

"Muhabbetten Muhammed oldu hasıl,

 Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl "