HER zaman iktidarın elitleri adına, güce sırtlarını dayayıp mesele hallediyor, çözüm sunuyor, kurtuluşa götürüyor rolünü oynayanlar bulunmakta.

1918’de savaşa girmemiz yanlıştı diyenler,1914’te tamamen aksini söyleyip, harbin faydalarını saymaya doyamamaktadırlar.

Yahya Kemal, kendi döneminin bu kafadaki portrelerini hatıralarında anlatmaktadır:

“Bir gün Ada’ya Celal Sahir, eski karısı Halet Hanım’la, bana bir gün geçirmeye geldiler. O gün Celal Sahir;

“Biz Mısır’ı ve Kafkasya’yı almaksızın payidar olamayız, parçalanırız. Mısır’ı almakla İslam âlemine, Kafkas’ı almakla Türklük âlemine dayanmağa yüzdeyüz mecburuz. Mısır’ın pamuğu ve Bakü’nün petrol kuyularını almaksızın ise bütçemizi düzeltmek imkânı

yoktur. Bu memleketi nasıl imar edeceğiz? Bize Mutlaka Mısır ve pamuk, Kafkasya ve petrol lazımdır” diyordu.

İttihat Terakki ve Enver Paşa savaş istiyordu, fakat dalkavukları ondan daha ateşli harp taraftarı idiler, mangalda kül bırakmıyorlar, Enver Paşa’yı yere göğe sığdıramıyorlardı. Y. Kemal, hatıralarında bunlardan birinin daha portresini çizmiş ki, günümüzde de

benzerlerini ne kadar fazla görmekteyiz:

“Bir gün Yat Kulübü’nde Şemseddin Paşazade Orhan Bey yemeğe davet etmişti. Hazırlatmış olduğu nefis bir güveci, iyi bir Fransız şarabıyle yedik. Orhan, sırf şahsi yoldan yürüyen bir hodgamdı. İkbalin altın madenini Enver’in kendisine teveccühünde beleganmabelag bulmuştu. Orhan o günlerde Enver propagandasının hayli mükâfatlarını gördü; harb içinde tufeylî diplomatlarımız İstanbul’da pineklerken, o, çok dolgun harcırahlarla, fevkalade maaşlarla, gizli vazifelerle kaç defa İsveç, Danimarka ve Felemenk gibi harb etmediğimiz devletlerin payitahtlarına gönderildi.”

Fakat mutlu günler geçince, kendilerine ikballer sunanlar tahttan inince, dalkavuklar ve yağdanlıklar için de, yedikleri tasları iteleme dönemi başlamıştır:

“Orhan Şemseddin’i 1919’da, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edildiği hazin günlerimizde Erenköyü’nde gördüm. Hayatımda şahid olduğum dönekliklerin en müstekrehlerinden biri olduğu için kaydediyorum. Orhan, benim karşımda, hiç sıkılmaksızın ve utanmaksızın İttihad Terakki’nin, Enver’in aleyhinde ateş püskürüyordu, İslamiyeti mahvettiklerini bağıra bağıra söylüyordu.

Eteğine İttihad ve Terakki’den şu kadarcık bir zifos fırlamamış, vicdanı temiz, Allah’ına ve padişahına sadık bir devlet adamı tavrını takınmıştı. Safsatasını hazmedemediğimden-1914’te Yat Kulübü’ndeki-fikirlerini hatırlattım ve yüzüne baktım. Derhal cevap verdi: “Evet! Sana! Aynen o fikirleri söylemiştim, lakin benim dediğimi yapmadılar; hayır, asla benim dediğimi yapmaya yanaşmadılar; ah! Benim dediğimi aynen icra etselerdi bu iş böyle olmazdı! Ben sana bunu, uzunboylu, istediğin zaman, harf-be-harf isbat ederim! 

Diye yeni bir safsataya girişti. Yorgun ve bezgin yanından ayrıldım”.

Tasvir edilen portreler ne kadar tanıdık.

Her devrin adamlarından dün de hayli miktarda mevcuttu.

Bugün de eksikliklerinden bizi mahrum bırakmamaktalar.

Yarınların sahipleri olacaklarından da, kimsenin şüphesi olmasın.