Dünyada gerçekleşen değişimler, ister istemez hayatın bütününde de değişmelere neden oluyor. Bu değişimler neticesinde bakış açımızda da büyük dönüşümler meydana geliyor. Nitekim insana, topluma, olaylara ve dünyaya bakışımız, hayatı yaşama biçimimizi de büyük oranda dönüştürüyor. Bu durum hayatı anlamlandırdığımız her şeyin içini boşaltıp, yerlerine yenilerini ikame ediyor. Bu yeni ikameler ile farklı bir dil, bir anlayış oluşuyor. Ve bu hayatın simgeleri de yeni duruma uygun oluyor. Onun için çoğu zaman insan bu yeni durum ile eski hal arasında kalıp bocalayabiliyor. Bu bocalamada en çok sorular ve sorular üzerine düşünceler, insana çıkış yolu sağlıyor. Çoğu zaman, ‘bizi biz yapan nedir?’ diye sormak ve ardından cevaplar üzerine düşünmek gerekiyor. Kimliği, kişiliği ne ile tanımlıyoruz? Tarih ve coğrafyayla ilgili şeylerle mi mesela, yoksa şu dünyada kapladığımız yer yahut kişisel tarihimizle mi?

Sorular çoğu zaman içe doğru dönebilir. Örneğin yaralarımız, “iç acılarımızın toplamı” cinsinden trajik bağlamlara mı götürür ya da bizi daha çok kimlik kurucu aidiyetlere mi taşır? Belki de başka türden bir coğrafyada, bizim dışımızdaki kavramlara sahip olanlar mı bizi tanımlar ya da daha düz bir ifade ile başkalarının gözündeki yerimiz mi kim olduğumuzu anlatır? Soruların arasından sıyrılıp giderken aslında nerede durduğumuz ne ile dolduğumuz belki de en önemli ayrıntıyı teşkil ediyor. Bugün bir iddiası olan, farklılıkları ile dünyayı dönüştüreceğini iddia eden birçok kimliğin bir karşılığının olmadığı açıktır. Bu konuya ister yerlilik bağlamında isterse millilik bağlamında yaklaşalım, pek bir şey değişmiyor. Çünkü ‘ben’liğimiz içinde yaşadığımız dünyaya dair bir anlam alanı oluşturmuyor. Hani azıcık ucundan varlığını ifade edebilse, bir nebze bir gösterge olsa, gam değil diyerek bir ümit beslenebilir lakin mevcut dünyaya, dünya düzenine söyleyecek bütün sözleri aynı masanın parçası, ortağı olmaktan ibaret olan bir zihnin bütün iddiaları sadece bir söylenceden ibarettir.

Biraz daha açmak gerekirse, bütün hakikat temsilcilerinin temsil ettikleri güç aslında maddi bir güç değil de onun taşıdığı, temsil ettiği anlamdan kaynaklandığını basit bir akıl yürütme ile idrak edebiliriz. Müşrikler maddi olarak güce dayalı bir düzenin temsilcileri iken, onların karşısında bir avuç insan hem ekonomik hem de diğer bakımlardan da zayıf idiler. Ancak temsil ettikleri hakikat ise müşriklerin uykularını kaçıracak kadar tesirli idi. Bugün değişen dünyada bu tesir alanı ortadan kalkarken sadece görüntü olarak var olmak bir şey ifade etmiyor çünkü bağlamından kopmuş bir temsil ancak sahnelenen bir temsildir, yaşanan değil. Bugün dünyanın gidişatı da onu gösteriyor ki, hakikatten yana olanların hayatları ile temsil ettikleri, bu dünyaya bir şey söylemiyor, hükmü geçmiyor. Onun için yaşanılan kaos giderek derinleşirken; kurulan cümleler, tanımlamalar, bir özgül ağırlığı barındırmıyor. Hamasetin ötesine geçmeyen, kör duygusallıklar çemberi giderek daraltırken ümidi de beraberinde yok ediyor.

İhtiraslarının kölesi olan ve günlük siyasetin kurbanı olan bir toplumsal yapı, uzun soluklu yürüyüşleri başarmaktan uzaklaşır. Uzun soluklu yürüyüşler sadece bir ömürden ibaret değildir. Birkaç neslin ömrünün üst üste gelmesi ile inşa olur. Onun için kısa vadede zafer görmek isteyenler kandırılmaya, aldatılmaya ve erozyona uğramaya müstahaktırlar. Bu bakımdan değişen dünya seni de kendi atıkları arasında yeni bir şeye dönüştürüyorsa istediğin kadar bağır, çağır bir şey değişmez; bir kez edilgen olundu mu arkası gelir. Onun için etkenini kendi bağlamından alan her hakikat yolcusu hem kendi benliğini, kimliğini inşa ederken diğer benlikleri de hakikatin emniyet şemsiyesi altında geliştirir, yaşatır. Seni sözlerin değil temsil ettiğin hal ve gidişatın ifade eder, kimliğini belirler. Temsil ettiğin dünyayı özümsemediysen iddia da bulunma! İddiada bulunuyorsan ispat ve ikna et. Hoşça bakın zatınıza…

TAŞ GEMi

karanlığı geçelim/ karanlığı geçelim

ne uyku/ne ölüm/hem uyku/ hem ölüm

( Asaf Hâlet Çelebi)

Not: Yaraları bir çiçek sarar mı bu çağda bilmiyorum ama sarsa iyi olur, ona eminim. Yerin yeşil halısı sardı dört bir yanı. O zaman bu hafta AşıkReyhani’den, “Bahar Gelsin Şu Dağlara Gideyim”i dinleyelim. 

Not: Bu Cuma, yüz bin nüfuslu küçük bir şehirde, bir genç adam Müslüman oldu. Biz ise çok güzel bir an’a şahit olduk. Tertemiz bir sayfa, ne güzel! imrenerek baktım. Her adımı bilerek, isteyerek atılmış bir şehadet… Ne güzel! Allah, imanını, amelini kâmil kılsın.

Birbirimize sarılınca biraz perişan olduk ve anladım ki; bizi kardeş kılan ince çizgi, sen ne güzelsin.

Bize kadar

1- İsmet Özel, “Zevklerin bayağılığı, düşüncenin asaletini zedeler” der.

2- “Karanlık, uykuyu uyandırır” demiş Valery. Haklı…

3- Bu pazar, çıkalım beton yüzlü kentin dışına, gökyüzüne yakın bir yükseğe, bir tepeye, bir dağa tırmanalım azcık ekmek, biraz arasına katık ve matara alalım yanımıza. Göğe bakalım, kalbimize bakalım. 

4- Okumak istersen eğer, Alper Gürkan’ın, “Dünyevi Aklın Buhranı” isimli kitabı var. Kitap “Büyüyen Ay Yayınları”ndan çıktı. 

5- İsveç yapımı bir film var. Yaşlılar üzerine, yaşamak yorar ama insan insana değince her şey yeniden başlar. “A Man  CalledOve” yi izleyebilirsin.

DAĞARCIK

“Her kelime, bir devrin billurlaşmış kıymet hükmü, bir devrin, bir cemiyetin, bir sınıfın. Sermayedara ‘işveren’ pâyesini tevcih eden bir cemiyet elbette ki liberalizmi takdis etmektedir” (Cemil Meriç’ten Tadımlık)

TEKKE

“Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyor diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala, hem de alçaktır. Bir adamın ‘benden başka herkes aldanıyor’ demesi güç şüphesiz; ama herkes aldanıyorsa o ne yapsın?” ( Daniel De Foe’den Tadımlık)

Bir lahza

“Her yol kişiye varıyor, sonunda kişinin kendisine” (Oruç Aruoba)

-“İşin tuhafı ne biliyor musun? Yaşlandıkça salaklaştığını düşünüyorlar. Aslında daha iyi anlıyorsun çünkü düşünüyorsun.” (MiaMadre’den)