ZygmuntBauman’ın Küresel Çağda Eşitsizlik kitabının girişinde şu ifadeler yer alır. “Köprüler, üstlerinden geçen yükün ağırlığı tabliyelerin dayanabileceği gücün ortalamasını aştığı zaman çökmezler; bundan daha önce, yük, tabliyelerden sadece bir tanesinin, en zayıf olanının üstünden geçtiği anda yıkılır. Diğer tabliyelerin ve onları destekleyen ayakların ne kadar güçlü olduğu hiç önemli değildir, bütün köprünün kaderini belirleyen en zayıf tabliyedir.”
Toplumlar da böyledir. Toplum çeşitli parçalardan oluşur ve olumsuzluklara karşı bir noktaya kadar direnci vardır. İşte o nokta toplumun en zayıf ve güçsüz kesimidir. Bu sadece ekonomik anlamda düşünülmemelidir. Beden, ruh, kalp ve akıl boyutunda toplumun direncini bütün parçalarda yüksek tutulması gerekir. Yoksa bir parçanın zafiyetinden dolayı toplumun bütününü heba edebiliriz.
Muhafazakâr camianın da kendini bu noktada sorgulaması gerekiyor. Çünkü günümüz siyasetinde muhafazakârlık şemsiyesi fikri birlikteliklerin dışındakilere yer vermiyor. Bu durum yakın tarihimizde yapılan baskının getirdiği bir psikolojik refleksin bir sonucu. Hâlbuki toplumun bütün kesimlerinin, birlikte yaşanılan bir ortamda birbirine etkilemeleri kaçınılmazdır.
Bizim mahallenin dışındakiler, bizden olmayanlar bizi ilgilendirmez gözüyle bakıyorsak Müslümanların kuyusunu kazıyoruz demektir. Çünkü oralardaki kaoslar gün gelecek kendi mahallemizi saracaktır. Komşunun evi yanarken en büyük endişe kendi evimizdir aslında. Müslümanlar diğer mahallelerin çığlıklarından haberdar, asayişinden de sorumludur. Bu yüzden Erbakan Hocamız, Milli Görüş ABD’nin arka sokaklarda yatan evsizler için de çalışır diye boşa söylememiştir.
Toplumun herhangi bir parçasında karşılaştığımız soruna bakış açımız önemlidir. Eğer o toplumsal parçayı tedavi edilebilir görüyorsak çözüm için reçeteler sunmamız gerekecektir. Eğer arızalı parçayı kanserli bir dokuya benzetiyorsak bu durumda parçanın sökülüp atılması gerekir. Aslında ülkemizde siyasetin düğümlendiği nokta da burasıdır. Yani siyasi tarafların birbirlerini kanserli doku olarak kabul etmeleridir.
Bu nedenle siyasi taraflar, birbirleriyle fikirsel anlamda mücadele etmezler. Karşılıklı niyetler üzerinden mücadele ederler. Eğer karşı taraf kötüyse fikirlerinin bir önemi yoktur, çünkü niyetleri bozuktur ve üzerinde tartışılmaya gerek yoktur. Tarafların birbirlerine bakışı bu yöndedir. Bu yüzden uzlaşı, dinleme ve tahammül etme gibi kavramların siyasetimizde bir karşılığı yoktur.
Yapmamız gereken çok basit aslında. Aynı mekânı, zamanı ve toplumu paylaştığımız farklı görüş ve inanıştaki insanların farkında olarak; ama aynı zamanda onlardan farklı olarak yaşama şansımız vardır. Bu şansı yakalayabilmek için niyet okuyuculuğu ile farklılıklardan düşman üretmememiz gerekiyor.
Toplumun bütün kesimlerinin derdi bizim derdimiz, yükü bizim yükümüz, acısı bizim acımız olmalıdır. Omuzladıklarımız kin, nefret ve intikam değil; vicdan, merhamet ve adalet olmalıdır. Elimizi uzatma imkânımız olanları düşman görmemeliyiz. Şayet düşmanımızı doğru bir şekilde tespit edemezsek; düşman oku diye takip ettiklerimiz bizi yanılgıya götürecektir.