Büyük hedefler ve idealler büyük düşünüşlerden doğar. Büyüklük, insanların azametinden çok onların yapıp ettikleri dünya yüzüne bıraktıkları ve onların hâlâ anılıyor ve biliniyor olmasıdır.
Tarih kimleri kayda geçirir, kimler tarihin karanlıklarında yiter bunu zaman gösterir. Zamanların sahipleri var. Ya da anıldıkları isimlerin zamanları. Bu, en çok da peygamberlerle anılır ve bilinir. Adem peygamber zamanı bir başlangıç. Nuh peygamber, Musa, Davut, Süleyman, İsa ve Hazreti Peygamber zamanları.
Zamanların en belirgin olanı, bilineni Peygamberimizin zamanıdır. Onun zamanı her yanı ve yönüyle kayıt altındadır. Onunla birlikte bilinenlerin tarihi ve dönemleri de bilinir.
Peygamberler özeldir. Onların hemen her birinin yeri, konumu ve durumu belli ve farklıdır. O medeniyet izleğinde olanların da bıraktığı iz, geleneğini, inanışını eksiksiz yaşamalarıdır.
Peygamberler tarihi medeniyet tarihidir. İslâm medeniyetinin tarihi. İsimlerin değişik olması fark etmiyor. Hepsi birbirinin tamamlayıcısı. Her birinin yaklaşımı, üslubu farklı ama aynı hakikatin sözcüleridirler. Özel ve belirlenmiş sözcüleri. Allah’ın insanlığa bağışı öncüler.
Peygamberlerin getirdiği ideoloji değil, hakikattir, onlar hakikatin temsilcileridirler. Her birinin çabası bu ideal üzerinedir. Peygamberlerin saltanatları, buna bağlı mülk ve sarayları yok. Bir tek Hazreti Süleyman’ın saray ve saltanatı söz konusu. Bu da insanlık için farklı hikmetlere örnektir. Olumsuzluk yani saltanat sahiplerine örnek olsun diye değil.
Zulüm sahipleri belli isimlerle anılırlar onların adları da tarihe kazınır. Hayırları, iyilikleri için değil. Saltanatlarını korumak adına yaptıkları zulümleriyle. Nemrutlar, Firavunlar ve diğerleri bunların somut örnekleridirler. Onların varisleri ideolojiler, mezhepler, akımlar oluştururlar. Onların varisleri insanlığa zulmederler. Onların varisleri insanları ruhlarına kadar sömürürler.
Peygamberlerin insanlık içinde dönemin koşullarına göre meslekleri var. Çünkü onlar insandır, rızıklarının temini için bir çaba içindedirler. Ancak bu salt rızıkla sınırlıdır. Hayatlarının bütünü kendilerine görev verilinceye kadar da hakikatin ruhuna uygun bir yaşayışın içindedirler. İnsanlık tarafından kabul görmeleri onların yaşanmışlıklarıdır. Zulme, yanlışlıklara karşı duruşları, direnişleri ve yaşayışlarıdır.
Peygamberimiz bir çobandır, başkalarının yanında da çalışmıştır. Dede ve amcanın himayesinde yaşamış bir insandır. Gücün ve saltanatların hayata hazırladığı bir insan değildir. Peygamber bir insandır, bir kuldur, bir yetimdir. Onun asıl gücü bu maneviliklerdedir. Onun hakikatin sahibi olması, adil, merhametli, sevgi dolu olması, insanlar arasında arabulucu, yol gösterici olması risalet öncesinden, çocukluğundan itibaren başlar. Onun itibarı sadeliğidir, güvenilirliğidir, inanırlığıdır. Mücadelesi, haksızlıklara, zulümlere, saltanatlara, insanların haklarının sömürülmesine karşıdır. Hakikatin gerçeğini yaşayarak sunmasıdır.
Müslümanların örnek alması gereken tek gerçek budur. Bu gerçeği kendilerine ilke edinmeleri, onun yolculuğunda olmaları ve onun gibi yaşamaları, önce kendilerine sonra da çevrelerine ve insanlığa örnek olmalarıdır. Ben Müslüman’ım demekle olmuyor ve yetmiyor. Kimi kuralları yaşıyor gibi olmakla olmuyor. İslâm’ın bütünlüğünde hemen her adımında öze uygun yaşama çabasıdır.
Dönemler ve koşullar insanları etkiler, yönlendirir. Bu, insanlık için tehlike alanlarıdır. Öz değerlerinden çizgisinden kopup gidenler kendilerini bir başka yerde ve dünyada bulurlar. Müslümanların itibarı görkemden, abartıdan, lüksten ve saltanatlardan geçmez. Müslümanlar kendilerini kendilerine ve değerlerine göre yaşarlar. Bu yaşama çabası sadeliklerinde ve hakkaniyetlerinde olur.
Zulümle, saltanat sahipleriyle bir yarış içinde olunamaz. Onlarla yarışa girildiğinde onlar gibi olunur, onlarla benzeşir ve onlarla aynı düzlemde olunur.
Müslümanlar hakikat içinde, hakikatin güzellikleriyle, kendileriyle yarışırlar.