Görülen, bilinen ve kavranılan gerçeği, diğer bir insana ya da topluma ya olduğu gibi ya da biçim, söylem veya özünü değiştirerek, dönüştürerek, hatta bağlamından soyutlamak suretiyle başkalaştırarak bildirmek sözkonusu olabilir. İlk durumda gerçek, yani hakikat "haber-i sadık" şeklinde nitelendirilegelmiştir. İkinci durum şartlı ihtimallere göre biçim olması sözkonusu olduğu için farklı nitelendirmelere konu olmak durumundadır ama basitçe ifade edilirse "tahrif" kavramlaştırması uygundur.

Gerçeği, hakikati "haberi sadık" biçiminde aktarmaya özen göstermek, aynı zamanda dürüst ve doğru, emin ya da mazbut bir kişiliği öngerektirir. Benzer şekilde gerçeği tahrif ederek aktarmak da bir kişiliği öngörür ama bu kişiliğin tecessüm ve niteliği şartlara bağlı olarak teşekkül etmek durumunda olacağından, önceden kestirilemez. Şartlar, imkanlar, ihtimaller böyle bir kişiliği farklı, çoğunlukla da birbiriyle benzerlik göstermez biçimde tecessüm ettirir ve farklı, hatta karşıt niteliklerle donatabilir.

Öncelikli olarak bu iki kişilik yansıması düşünce ve siyaset alanında kendini gösterir. Genel olarak düşünce alanında kişiliğin kendini gösterme biçimiyle etkinlikte bulunduğu süreç boyunca değişikliğe, farklılığa pek az rastlanır. Aslında ortaya çıkabilecek değişiklik, farklılık da çoğunlukla öz itibariyle gerçekleşmekten ziyade, sözgelimi yöntem, söylem, konum, bakış, değer vb. bağlamında ya da düzleminde sözkonusudur, denebilir. Hatırlanabilen olduğu için. R. Garaudy yi zikredebiliriz burada. Fransız Komünist Partisi araştırma merkezinde bulunurken nasıl gerçeği tutkuyla araştırıyor idiyse Garaudy, Müslüman kişiliğiyle onurlandıktan sonra da aynı yönelimi sürdürdü.

Hüküm cümlesi şeklinde anlaşılmamak kaydıyla düşünce hayatımıza genel olarak bakıldığında, haber-i sadıkın öngerektirdiği kişiliğin çok az, çok çekingen, çok ürkek, üstelik de çok yalnız, alabildiğince imkan yoksunu olduğu tesbitini yapmak zor olmasa gerek. Ancak buna rağmen duyulan ihtiyacın derin yakıcılığı adeta bu kişiliğe gizemli bir etkileme gücü de veriyor. Belki de, kullandığımız ve dayandığımız birtakım kavramlar ve değerler, anlamlar ve söylemler hâlâ belirleyici olarak başvuru kaynağı olma özelliklerini buradan almaktadırlar. Kim bilir!

Tahrif odaklı şartlara ve imkanlara bağımlı tecessüm etme istidatlı kişilik, görünüş itibariyle düşünce hayatının sahnesinin adeta tek egemeni rolündedir ama sürekli oluş yaşama zorunluluğu bir kişilik kazanmasına imkân da vermemektedir. Kar gibi eriyip özü, yani aslı olan suya dönemedikleri gibi, tahrif etme sahnesinden kendilerini, kurtarıp gerçeğin tutkulu araştırıcısı kimliğini de edinemiyorlar. Oynadıkları rollerin ima veya işaret ettiği bir kişiliğe bile bürünememenin acı ve yoksunluklu hiçliğiyle cebelleşip duruyorlar. Yazdıkları gazetelerin, konuştukları televizyonların, tartıştıkları düşünce kuruluşlarının, uçağına bindikleri başbakanların, konutuna koştukları bakanların, patronların, kirli ve hödük kapitalistlerin, cemaat ağalarının dahi öyle olduklarını farkettikçe...

Tahrif odaklı kişilik tecessümünün en çarpıcı düşkünlüğünü siyaset alanında gözlemek olasıdır ama olağan karşılamak insanlık onurunu yadsımak kadar utanç vericidir.