Hafızasından belli olur bir yönetici
Çanakkale’ye Anzak çıkarmasının 98. Yılı beş bin kişinin katıldığı Şafak ayini ile anıldı. Törene binlerce Avustralyalı ve Yeni Zelandalı gençler katıldı. Anzak torunları gözyaşlarını tutamadılar, ağladılar!
İçinde, yıllardır gösterdiğimiz cana yakın misafirperverliğimizden dolayı bize de bir teşekkürün yer aldığı haberleri böyle verdi gazeteler.
Dedelerini anmaya gelen anzak gençlerinin, Çanakkale topraklarında bir battaniyeye sarılarak sabahlara kadar beklediklerini, dua ettiklerini de her yıl ve çok çok okuduk.
Biz şimdi kendimize bakalım.
1962 yılı. İhtilal olmuş. Başbakan ve arkadaşları asılmış. Başbakan koltuğunda İnönü oturuyor. İşte o günlerin Çanakkale’si..
O yıl da bir gemi kalkar İstanbul limanından. Üniversiteli kızlarla, üniversiteli erkeklerle doludur içi “Kadeş” adlı geminin. O gençliktir iki yıl önceki ihtilali yaptıran.
Bin kadar Türk gencini Çanakkale’ye, şehidlerimizi anmaya götürecek “Kadeş”, o günün peşin ve nakit parasıyla 1 milyon 700 bin liraya özel olarak dayatılıp döşetilmiştir.
Ne mi olmuş, neler mi olmuş o Kadeş vapurunda
Bir gemi yola çıktı: tefler, kanunlar, udlar,
Güverteyi doldurdu çakır keyif bulutlar.
Açıldı göğüs bağır.. fora edildi butlar,
Direklere çekildi sütyenlerle, kilotlar,
Kızoğlan kız gebeler, vesikasız kokotlar!
Yarın bu sarhoş gemi suları yara yara,
Varacak şehitlerin yattığı bir diyara!
Bilmem nasıl bakacak bunlar yara, ağyara
Direklere çekilmiş sütyenlerle, kilotlar,
Kızoğlan kız gebeler, vesikasız kokotlar!
Bakın şu ölenlerle kalanların farkına!
Lanet olsun ey gemi dümenine çarkına,
“Tuuu” desem, yazık olur tükrüğümün akına!
Direklere çekildi sütyenlerle, kilotlar,
Kızoğlan kız gebeler, vesikasız kokotlar!
“Kadeş”te olanları anlatan ve bir kısmını aldığımız bu şiiri biz yine bir CHP yayın organından okuduk. Yani onlar dahi dayanamamışlar.
Kimi mi suçlanmış gazeteler bu haberleri verirken
“Yazılanlara, söylenenlere bakarsanız valilik suçludur, kaptan suçludur, gemi adamları suçludur… Teşekkür ederiz hepsine: İyi ki, İskambil kağıdını, rakı şişesini, ipek çorabı, naylon donu suçlu göstermiyorlar!”
Bu milletin sırtındaki yük olarak o günlerde kayda geçirilen o “kadeş” rezaletinden 11 yıl sonra MSP-CHP hükumetinin tahsis ettiği bir gemi ile biz de gitmiştik Çanakkale’ye.
Sözümüz, o gün o gemide bulunan ve bugün bu ülkeyi yönetmekle görevlendirilmiş siyasetçilere…
Neden güç sizde olduğunda üniversite gençliğini, Çanakkale’ye vapurla götürmek geleneğini oluşturmadınız Kadeş’e inat yapılması gerekmez mi idi Anzak gençliği haberlerini okuyup durmak, çok mu hoşuna gider bu ülke gençliğinin
Geçenlerde ölen İngiliz Başbakan’ı Thatcher Falkland çıkarmasındaki askerlerini tüm liman şehirlerinde karşılattırmıştı milletine.
Biz ise bu ingiliz törenciliğini gördükten sonra ancak verdik Kıbrıs gazilerimize madalyalarını. Hem de gece yazılarında kapılarını çalarak..
BİZİ BÖYLE ÇİZİYORLARDI - 42
Bu ülkenin ikiye böldürmeye meraklıları hiç bitmedi/tükenmedi/eksilmedi.
Her devirde bir sebep buldular, bölünmemiz için.
50 yıl önce bir CHP yayın organında (Akbaba) bu karikatürü çizenlerin ve yayımlayanların bir tek hedefleri/gayeleri/amaçları vardı: Bölünme tehlikesinin nasıl ve niceliğini ve ebadını göstererek, hep teyakkuzda duran resmi görevlilere alarm vermek... Sonra gelsin tutuklamalar, yasaklamalar, mahkemeler, idamlar...
Bölünmeyi bekleyen şapkalı, gözlüklü, dosyalı ve en çağdaş Avrupalı kılıklı beyaz, bembeyaz 1. sınıf batıcılarla, onların hep gerisinde duran yüzünde sakalı, başında takkesi, ayağında şalvarı, cebinde tesbihi ve elinde baltası hiç eksik olmayan 2. sınıf yerlilerin birlikte yaşamayacağını ilan etmek bölücülük sayılmıyor, tehlikeyi işaret etmek sayılıyordu. Resimde gördüğünüz gibi...
Kartel medyasının “Dostça ayrılıktan” söz etmeye başladığını görünce/okuyunca (Ertuğrul Özkök, –24 Nisan 2013 - Düello mu İstiyorsun Buyur– Hürriyet) “Vazgeçilmeyen Arzu”nun seyrini bir hatırlatalım dedik; bizi böyle çiziyorlar’ın bu haftakı sayısında...
SAHA DIŞININ GÜLLERİ
“Gazintepspor, İstanbul’da İBB’ni yendi, rahatladı. Yani GS’ın işi kolay. Gaziantep burada, bu maçı kaybetseydi, GS’ın işi zordu.”
Duyduklarımız kelimesi kelimesine böyle olmasa da, mana olarak, kurulan cümlenin yapısı böyle idi. Yani Gaziantepspor kazandığı için GS’ın işi kolaylaşıyordu.
Tarafsız olması gereken TRT’nin Stadyum programında konuşturulan uzman eski futbolcunun bu dediklerini duyunca, çürümenin, resmi kanalın spor programına da sirayetine üzüldüm.
Gaziantepspor cevap hakkını kullanmalı ve oynayacakları hiç bir lig maçının mücadelesini, bir önce oynadıkları lig maçının sonucuna göre ayarlamak zaafiyetlerinin olmadığını, TRT’nin Stadyum programına bildirmelidir.
O akşam bir başka kanalda FB ve GS’nin kalan maçları ekrana getirilerek değerlendirmeler yapılıyordu. Çalınan davulun notaları aynı sesleri çıkarıyordu orada da.
“FB’nin işi çok zor. GS’ın işi çok kolay. GS bu maçların hiç birini kaybetmez. FB kaybedebilir.”
Açın bakın bu iki takımla lig bitimine kadar maç oynayacak takımların adlarına, sanlarına. Bunlar, bu yorumcular o takımlar hakkında böyle düşünceler seslendirme hakkını nereden alıyorlar; bir düşünün.
Aykut Kocaman’ın “GS’ın saha içinde, saha dışında bu 7 puanı azaltabileceğini pek düşünmüyorum” demesine itiraz ediyorlar. Kimin ne zaman, ne konuşacağına onlar karar vereceği için hesap da soruyorlar peşin, peşin.
Sen ne demek istedin
Aslında bunlar Aykut Kocaman’ın saha dışında tanımına bozuluyorlar; kendilerini GS’ın sahası içinde saydıklarından...
GS, şampiyonluğunun temiz olmasını/temiz kalmasını istiyorsa, –ki ister, hiçbir kurumun ve atamalarının sorumlusu olmadığından– açıklama yapmalı o kanallara: Her maçın 90 dakika olduğunu, sahalarda yapıldığını ve hiçbir rakibin peşin yenik sayılamayacağını...
İtirazlar hep topu yere vurarak olmaz!
EL CEVAP
Ey güzel yorumcular!
En güzel yorumlarınızı göndermişsiniz “Değmesin Yağlı Boya” sayfası için. Sağolun!
Serap Canatan ve Oğuzhan Karelli bir gün gerçekleşir umarım, sizin de okumayı istediğiniz/hayal ettiğiniz dergimiz, gazetemizin eki olarak. Dualarınızı kesmeyin.
Gönendiren o güzel satırlarınız için teşekkürler... Kitaplarımız da hazırlanıyor; efendim!
He de, olsun bu iş
Bahçeli bey’in ülkücüleri getirdiği noktaya bakar mısınız “Vur de vuralım; öl de ölelim.”
Bu kadar mı bıkmışlar, bu kadar mı soğumuşlar yaşamaktan Sadece iki tercihleri mi kalmış önlerinde. Ya vuracaklar, içeri de sürdürecekler yaşamalarını. Dışarıda sivil hayat neden zorlarına gider oldu
Ya da ölecekler; yaşamayı artık istememek günlerine ermişler. Yarınlarından bu kadar mı umutsuz olur bir topluluk, bir camia, bir partinin mensupları
“Vur de vuralım; öl de ölelim”
“Onun da sırası gelecek!”
Lider Bahçeli bey’in cevabı bu; önlerinde sadece iki ihtimal kalmış insanlara.
Bekleyin, diyor. Sonra, diyor.
İyi ama, bu eziyet niye
Bahçeli bey en uçtaki milliyetçi idiyse, bu uca erişildiğinde, bu zevk alma noktasına mı geliyor bir parti lideri
At sahibine göre kişner
Bir kapalı spor salonunda, imam-Hatip liseleri mezunları ve mensupları derneği (ÖNDER) bir toplantı yapmış.
Bu ülkenin imam-Hatipli başbakanı sıfatını öne çıkarmayı seven Recep Tayyip Erdoğan’da katılmış bu toplantıya.
“Dindar Gençlik” vurgulu konuşmalarıyla icabında gaz veren, icabında gaz alan başbakanın bulunduğu o spor salonuna bir pankart da AKP’li etiketi taşımayan gençlik asmak istemiş.
“Bir milletin asıl gücü topu, tankı, tüfeği değil, imanlı gençliğidir.”
Rahmetli Erbakan Hoca’nın adının yazıldığı bu pankartın açılmasına izin vermemişler.
Engelciler eğer imam-Hatipli sıfatı taşıyor idiyseler, üzülmemek mümkün değil. Bu günü yaşamak için nerede hata yapıldı Sorusuna cevap aramak bize düşer.
Engelciler imam-Hatipli değil de AKP’li görevliler iseler, üzülmemek yine mümkün değil. Onlara bu cesareti veren imam-Hatiplilerin sessizliği değil midir Onların görmezden gelen halleri değil midir
Pankartlarının açılmasına izin verimeyen imam-Hatiplilere ise Akif gibi seslenmeliyiz.
“Hayır, matem (üzülmek) senin hakkın değil..
Matem (üzülmek) benim hakkım.”
Bir ihtimal daha var noktası: AKP iktidarı, bizim “ülkemiz adına üzülüyoruz” dememizi engellemek için kendini Avrupalı sanan çalgıcıların kıyıda, köşede yazdıklarını inadına mı gündem yaptırtıyor kalemşorlarına
(Tweet yazılan bir cep telefonu ve 10 metrekarelik bir bez afiş karşılaştırılması..)
URGAN YAĞLAMA GELENEKCİLERİ
“27 Mayıs sabahı yatağı, yorganı, yüz yıkayacak suyu olduğu için Ankara Hilton dediğimiz, bugün müze olan yasal hapishaneden yığınla gazeteci çıktı. Onlar şanslı olanlardı. Yığınla gazeteci de, “Aaa! Buradalarmış” dediğimiz karakolların nezarethanelerinden...” (Hıncal Uluç - Hasan Cemal Vak’ası - 22 Mart 2013 - Sabah)
27 Mayıs’ın hemen ertesini, o günlere tanık olmuş bir gazeteci böyle yazıyordu; tespit ettiği Menderes özellikleriyle süslediği yazısında.
Ne mi imiş Menderes’in bilinmeyen özellikleri O yazıdan aktaralım:
“Menderes emir verdi mi, resmi ilanlar kesilirdi.”
“Menderes emir verdi mi, ajans (AA) o gazeteye bülten vermeyi keserdi.”
“Menderes emir verdi mi, telefonlar da kesilirdi.”
Yeter mi bu kadar Menderes gücü, kuvveti
“Canının istediği gazeteyi, yetmez, o gazeteyi basan matbaayı da kapatma yetkisi almıştı ki, gazete ve matbaa sahiplerine bir dehşet salsın...”
CIA’nın “Nazar” ettiği insanların bir organizasyonu olduğu 27 Mayıs’ın, artık cilt cilt kitaplar olunca mı böyle yazılıyor ya da böyle hatırlanıyor o Menderes günleri, biz bilmeyiz.
Anlatıldığı gibi her şeye bir emri yeten güçlü bir Menderes’in 27 Mayıs gibi bir kinci ihtilali nasıl bilemediğine, önleyemediğine şaşkınlığımızı da hoş görün.
Aynı gazetenin bir başka yazarı (Refik Erduran - Islanmadan Çekişebiliriz - 1 Nisan 2013) ünlü Time dergisinden bahsediyor.
“(Time dergisindeki) Menderes’in ipe asılı görüntüsünü ve resim altındaki ‘Türk karakterinde gaddarlık var’ lafını unutamam.”
Neden şimdi
27 Mayıs’ın rantını yemek bu ülkede niçin bu kadar uzun sürdü ve hâlâ sürüyor
27 Mayıs sabahı serbest kalan “yığınla gazeteci”nin listesini merak eden yok mu bu ülkede Yahut ben de oradaydım, diyen hiçbir gazeteci yazısına rastlamamış olmamız, tesadüf mü
Yassıada’ya giden gazetecilerin kendi aralarındaki bir konuşmayı daha önce bir vesile ile anlatmıştık. Tekrar edelim:
– Menderes, bu gazetecilerin yüzüne nasıl bakacak Diye sorar bir genç gazeteci...
Karşısında oturan A. Nesin, şöyle düzeltir soruyu:
– Buradaki bazı gazeteciler, Menderes’i gördüklerinde nasıl bakacaklar yüzüne
Gelecek hatta bu sayfada yayınlayacağımız 27 Mayıs yazısında, aklınızda olan çok soruya cevap bulacaksınız.
“Başbakan Orgeneral Cemal Gürsel, son olarak kendisine tevcih edilen, ‘Eski hükümet bazı kimselere asker elbiseleri ve silah dağıtıp Milli Komite’ye karşı harekete geçmek istiyormuş, bu rivayetler doğru mudur ’ sualini de cevaplamış 15 dakika süren ilk basın toplantısında.
Haftaya, Değmesin Yağlı Boya Sayfası’nda...