Bazen bir şarkının bir mısraında takılır kalır ya insan,
hani tam da öyle, bende takıldım kaldım. Ezber yaptık dünyanın bütün acılarını.
Acıya duyarlı, umursamaz olduk. İnsan üzerinden yapılan pazarlıklara, umudun,
emeğin, yaşamın ve ölümün tezgâhlarda alınıp satıldığı günlere erişmenin
acısına da alıştık. Her gün yeniden yenilenen dünyanın bir ucundan diğer ucuna
acılarımızı ezber ediyoruz. Adımıza
karar alan politik figürler, o kararları
pazarlayan, ambalajlayan medya organları, bizi inandırmaya güdümlü ulular Rakamları sıralamanın bir anlamı yok ki
ölünün kimlik kartının da bir anlamı olsun. Galiba hiç kimsenin dünyanın nereye
gittiğini umursadığı yok. Herkes kendini haklı görüyor ki, kendi acılarını,
kendi duygularının bireyselliğini banklara, anketlere, üçüncü sayfalara
kazıyor. Kendi kayıplarını, kendi kavgalarını her şeyin önüne koyup; erdemden,
insanlıktan, adaletten bahsedebiliyor. Hiçbir şey olmamış gibi kendi ezberimizi
duyurmaya çalışıyoruz. Çıldırmış gibi insansızlığa, insafsızlığa doğru dörtnala
koşuyoruz.
Denklemler, stratejiler; silahlardan yana, silah
satıcılarından yana ise; uzmanlığın, analizin ne kıymeti var. Doğru bir analiz
kaç ölüme denk düşer. Tercihlerimiz kurşun olup yağıyorsa, ocakları ölümler
söndürüyor, insanları vatanlarından koparıyorsa; ticaret hacmini, ihracatı ya
da kimin hangi koltuğa oturacağını konuşmak içimizde kor gibi yanan şehvetin
ateşidir. Acıları konuşmak, yarıştırmak en bayağı ifade ile en telekliktir.
Yağmuru, havayı, rüzgârı, gazı, dağı taşı her şeyi alabilir satabilir hale getirip;
aç çocuklara, yetimlere dünyanın nimetlerinden mahrum bırakılmışlara
vicdanımızın kırıntılarını ulaştırıp bunu da sosyal adalet, yardımlaşma olarak
sunabiliyorsak içimizde ki can çekilmiş, içimiz kurumuştur. Yüreğimiz,
düşüncelerimiz hiç acımıyor mesela Borsanın inip çıkması kadar sancı vermiyor,
pazara sürdüğümüz canların kaybı. İçimizde yarıştırdığımız atların gelmemesine
üzüldüğümüz kadar üzülmüyoruz. İnce ince konum hesaplamalarımızdaki hedef
şaşmasına yandığımız kadar, derin dip acılara üzülmüyor, yanmıyoruz.
Dünyanın, bir avuç habis ruhlu insanın oyuncağı haline
gelmesini kanıksayışımızı anlamlandıramıyorum. Yaşadığımız şeyler bir
bilimkurgu, korku ve ya aksiyon filmi nden ya da fantastik bir romandan alıntı
bir parça değil. Şuan hali hazırda etrafımızda cereyan ediyor, yaşanıyor.
Kafamın içinde deli sorular dönüyor. Bu nedenle beynimin her hareketinde
düşüncelerim acıyor. Anlıyor musun Bu bir duygu hezeyanı değil, içim içimde
durmuyor. Acıları unutamıyorsak, yaraları saramıyorsak, sürekli ezber
yapıyorsak demek ki kendi mezarımızı kazıyoruz. Siyah gözlüklerimiz, kara
elbiselerimizle her defasında insanlığımızın, merhametimizin, cesaretimizin
yani faziletlerin cenaze merasiminde insanı gömüyoruz. Sonra ardından
mersiyeler düzüyor, yokluğuna yeni yokluklar ekliyoruz. Sanki bütün
fazlalıkları yontan geriye sadece heykeli çıkaran bir heykeltıraş gibi bütün
insani meziyetlerimizi yontup, çağdaş insanı ortaya çıkarıyoruz. Omurgasız, her
şeyin şekline alabilen bir canlıdan bahsediyorum. İçini kaybetmiş birinden
Malik B. Nebi, Sömürgecilik korkunç bir şeydi. Lakin
ondan daha korkunç olanı sömürgeciliğe elverişli olmaktı diyor. Nasıl oldu da
bu kadar elverişli hale geldik. Hepimiz neden bu kadar kendimizden olduk. Ne
vakit kaybettik pusulamızı. Ne zaman nesne olduk, alet olduk. Bu kadar
körleşebilmeyi, yozlaşabilmeyi nasıl başardık Hani bir diken batsa dünyanın
öbür ucunda canımız yanacaktı Ne oldu da dört bir yanımız kanarken fanatikler
gibi renk yarıştırıyoruz. Hangi stratejik derinliklerde yaramıza tuz basıyoruz
Tuz kurtlu, içten içe tükeniyoruz. Bunlar bir umutsuzluk hali ile durum tespiti
olsun ya da romantiklik olsun diye yazılmıyor. Biz reel denen şeylere
inanmıyoruz ki; inancımızı, insanların davranışı ile de tayin edelim. Ümidimizi
insana da bağlamıyoruz. Kuvvet, kudret Sahibi olana inanıyoruz. Ve içinde
yaşadığımız çağın, mesulleri olarak sadece hakikatimizi arıyoruz. Öte dünyaya,
hesap gününe inanıyoruz ve bu sessizlikten ürküyoruz. Aklıma (Araf, 155) geliyor; İçimizden
birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin
Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini
saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi
bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin! Yoldaki taşları kaldırmaya ve yolu bozmadan
adım atmaya gayret edelim ki, acısını ezber edenlerden olmayalım. Hoşça bakın
zatınıza
Not: Ahmet Yaşar Hocaefendi Hakka yürümüş. Allah rahmet
eylesin, Makamı ali olsun. Âlem biraz daha sessizleşti.
TAŞ GEMİ
Pîr olmayan aşka gelmez, koç olmayan kurban olmaz
Yalnız taşla duvar olmaz, yoldaş deyi dey ağlarım.
(Karacaoğlan)
Sana temiz ellerle ve dosdoğru bakan gözlerle gelmeye
beni hep hazır kıl. Böylece, tıpkı güneşin gözden kaybolması gibi hayat sona
erdiğinde, mahcup olmaksızın sana gelebilsin ruhum. (Bir Kızılderili duası
olan yukarıdaki dilekler gibi, her şey geçtiğinde kayda geçmek istemez miyiz )
Not: Ankara yı yaşanabilir kılan güzel insanlardan
Mustafa Yılmaz Abim, geçmiş olsun. Allah şifa versin. Bu vesile ile tüm
hastalara da şifa diliyorum.
Bize Kadar
1- Güven Adıgüzel tam orta yerinden sözü söylemiş
Gurbet: ev ini arama duygusunun adıdır, insan eksiktir, bu yüzden ölümle tam
olarak evine dönebilir ancak, gurbet yol dur, yol bitmez.
2- Gönlün tok olsun, gerisi kolay
3- Mehmet Kaplan ın dediği gibi Çevre, yalnız ve
şahsiyetsiz insanı kendisine benzetir.
4- Üretmediğin zaman tüketirsin Tüketen kişi, hizaya
çekilmiş kişidir.
5- Şuur bir yerde durmak değildir. Şuur, bir ahlaklı eylemdir.
Basiret, feraset, dirayet içerir. Bilmek ve bildiğini en güzel şekilde
yaşantıya dönüştürme mücadelesi vermektir. Şuur edilgen değil etkendir.
Liyakatli, nitelikli olmak demektir. Şuur, işgal edilemeyendir.
6- Ehliyetini kaybeden, izzetini kaybeder.
7- Mustafa Kutlu dan ödünç alarak diyoruz ki, Bizim
sevmediğimiz kimse yoktur, sadece gönlümüzün serin oldukları vardır.
8- Bugün Pazar. İş yok, okul yok belki memlekete bir
mektup yazarsın, içine sımsıcak kelimelerini koyarsın. Belki de Anne! dersin,
telgrafın tellerini kurşunlamadan
9- Sina Bathaie den, Childhood Memories i açalım, o
arka fonda çalsın, biz bu haftaki kitabımız Refik Halit Karay ın, Memleket
Hikâyeleri ni okuyalım. Özellikle Şeftali Bahçeleri hikâyesini Bir ara bunu
da konuşuruz.
10- İsterseniz Citizenfour u izleyebilirsiniz. Belgesel
sinema, teknoloji ve etkileri üzerine Mahremiyet, seçen ve seçilen dengesi
Bir de ABD ye karşıymış gibi görünmesine rağmen Oscar aldıysa, daha dikkatli
bakmakta fayda var.
Dağarcık
Herkes geçer diyor, geçer mi Olric Herkes ne bilir
acımı. Herkes ne bilsin acımızı. Yaşar gibi yapmaktan, özlemez gibi yapmaktan,
iyiymiş gibi yapmaktan, nefes alıp onu içimde tutmaktan, o nefeste boğulmaktan
sıkıldım. (Oğuz ATAY)
TEKKE
Dört duvar arasında tefsir yazanlara şaşıyorum. Bu
Kur an ın ruhuna aykırıdır. Tefsir ancak cihat meydanlarında, bizatihi
mücadelenin içerisinde yazılmalıdır. Kur an ancak bu şekilde önümüzü
aydınlatır. Bu bir nevi elinde reçete olan hastaya benzer. Onu çok iyi okuması
bir şifa/anlam ifade etmez. Mesele o reçetenin hakiki tatbikidir. (Burhan Uddin den tadımlık )